Turk Tarihi - İslamiyetten Sonra :::.
İlk
Müslüman-Türk Münasebetleri ve Türklerin İslâmiyete Girişi
Emevi
Halifeliği zamanında müslüman Araplar, Suriye ve İran'ı hâkimiyetlerine alarak
Maverâünnehir bölgesine ulaşmışlardı. Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının arasındaki
bu bölgede Türkler bulunmaktaydı. Böylece Araplar ile Türkler ilk defa temasa
geçmişlerdir .
Emeviler
bölgede İslâmiyet'i yaymaktan çok, yeni zaferler peşinde koşmuşlar; Müslüman
olmalarına rağmen yerli halka ağır vergiler yüklemişlerdi. Bu sebeple ilk
karşılaşma pek dostça olmamış ve Türklerle Araplar arasında küçük çapta
çarpışmalar cereyan etmiştir. Özellikle Kuteybe bin Müslim'in Horasan valiliğine
getirilmesiyle mücadele iyice kızışmıştır (705).
Kuteybe bin
Müslim'in Maverâünnehir 'in doğusuna düzenlediği akınlara karşı Türgeş Beğleri
güçlü bir direnme göstermiştir. Göktürklerin batı kanadında yer alan Türgeşler,
Arapları savunmaya çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Göktürklerin yıkılmasına
kadar devam etmiştir (745 ). Göktürk hâkimiyetinin sona ermesiyle Türk
toprakları doğudan Çinliler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır. Bu
dönemde Maverâünnehir bölgesinin savunmasını, Türgeşlerden sonra Karluk Türkleri
üstlenmiştir.
Emevilerin
Arap olmayan Müslümanlara karşı âdil ve eşit davranmamaları huzursuzluğu
artırmıştı. Bu duruma karşı çıkanlar, Emevi idaresine son vererek yerine Abbasi
Devletini kurmuşlardır (750). Türkler, Abbasi Devleti'ni daha çok benimsemişler,
yeni yönetime daha sıcak bakmışlardır.
Göktürk
Devletinin yıkılmasından sonra, Çinliler bütün Türk ülkelerini ele geçirmeyi
plânlamaktaydı. Emevilerin ortadan kalkmasından da faydalanmak isteyen Çin
ordusu daha batıya yönelerek Karluk topraklarına girmişti. Bu durum üzerine
Karluklar, Abbasilerin Horasan valisi olan Ebû Müslim'den yardım istediler. Ebû
Müslim, komutanlarından Ziyad ibni Salih'i bölgeye gönderir. Arap ordusu ile
batı bölgesinin genel valisi komutasındaki Çin ordusu Talas ırmağı boylarında
karşılaşırlar. Türklerin de İslâm ordusu yanında hücuma geçmesi sonucunda
Çinliler büyük bir yenilgiye uğratılır ( 751).
Türklerin
İslâmiyet'le ilk tanışmaları Emevi dönemiyle başlar. Ancak Emevi yönetiminin
tutumu sebebiyle, Türk toplulukları arasında İslâmiyet fazla yayılmamıştır. Buna
rağmen, az sayıda da olsa Emevi ordusunda görev alan Müslüman Türkler
bulunmaktaydı. Meselâ Horasan Vâlisi Ubeydullah bin Ziyad henüz 674 tarihinde
2000 Türk okçusundan bir ordu oluşturmuştu.
Talas Savaşı,
Türklerle Müslümanların birbirlerini daha yakından tanımalarını, dostane
ilişkiler kurulmasını sağladı.
Bu sebeple
Talas Savaşı hem Türkler hem Müslümanlar için bir dönüm noktasıdır. Bu savaş
neticesinde İslâmiyet Türkler arasında hızla yayılmaya başlamıştır. Abbasi
ordusunda çok sayıda Türk görev aldı. Zamanla Türk askerleri, ordunun ve
yönetimin denetimini ele geçirdiler . Hatta bazı Türk komutanları, Abbasi
Devleti sınırları içerisinde kendi devletlerini bile kurmuşlardır.
Türklerin
kitleler hâlinde Müslüman olmaları özellikle X. yüzyılda hız kazanmıştır. Henüz
900 tarihlerinde İtil ( Volga) çevresinde bulunan Bulgar Türkleri arasında
Müslümanlığa çok büyük ilgi vardı. Nitekim İtil Bulgarları hükümdarı Almış Han,
920 'de Abbasi halifesine müracaat ederek din âlimleri ve mimarlar göndermesini
rica etmişti. Aynı tarihlerde Önce Karluk, Yağma ve Çiğil boyları, ardından
Oğuzlar arasında İslâmiyet yayıldı. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk
Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni, Oğuzlar ise Selçuklu Devleti'
ni kurmuşlardır.
İslâmiyet
ve Türkler
Türklerin
Müslüman Olmasının Sebepleri: Türkler İslâmiyet'i kılıç zoruyla değil, kendi
rızalarıyla kabul etmişlerdir. Şüphesiz bu dini seçmelerinin en önemli sebebi,
eski Türk inancı ve anlayışı ile İslâmiyet arasında birçok benzerlik
bulunmasıdır:
1-Eski
Türk dini, Gök-Tanrı inancı adıyla bilinmektedir. Bu inanışa göre Türkler,
İslâmiyet'teki gibi tek bir Allah'a inanıyor ve O'na Tanrı (Tengri)
diyorlardı. İslâmiyet'te Esmâ-i hüsnâ denilen Allah'ın sıfatlarından
bazıları, eski Türk inancında da mevcuttu .
2-Ahiret
ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu. Türkler cennet için uçmağ
(uçmak), cehennem için tamu sözünü kullanmaktaydı. 3-İslâmiyet'te
olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyordu . 4-İslâmiyet'teki
gaza ve cihât ile Türklerin dünya üzerinde töreyi hâkim kılmak için
yaptıkları savaşlar benzer mahiyettedir. İslâm anlayışına göre savaş
sonunda elde edilen ganimet helâldir. Türklerde ise aynı şekilde yağma
geleneği vardır. 5-İslâmiyet'in
telkin ettiği ahlakî kurallar, Türk anlayışına da uygun düşmektedir. |
Türkler tarih boyunca çeşitli dinlere girmişlerdi. Ancak bu dinler halk arasında
değil daha çok idareci kesimde
Türklerin İslâmiyet'e Hizmetleri: Türklerin İslâmiyet'i
Batıda Haçlı Seferleri'ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler tarafından set
oluşturuldu . Böylece İslâm dünyası dağılmaktan kurtulmuştur . Bin yıla yakın
bir süre Türkler, İslâmiyet'in bayraktarlığını yapmıştır.
Gazneli Mahmud'un Hindistan'a kadar yaptığı seferler neticesinde İslâmiyet
Hindistan'a kadar ulaşmıştır. Böylece yakın dönemlerde kurulan
Türklerin İslâmiyet'e hizmetleri sadece siyasî ve askerî alanla sınırlı
kalmamıştır. Devlet idaresi ve askerî yapılanmada bütün İslâm dünyasını
etkileyen Türkler, İslâm medeniyetinin gelişmesinde de inkâr edilemez
hizmetlerde bulunmuşlardır. Bilim, sanat ve edebiyat alanında İslâm rönesansı,
Türklerin katkıları ve sağladıkları huzur ve emniyet sayesinde gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla İslâm dininin ve medeniyetinin, dar Arap ve
Meselâ, Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat'ta kurulan Nizamiye
Medreseleri (1066 ), öyle büyük bir üne sahip oldu ki, bu medreseler İslâm
medreselerinin ilk örneği olarak
Abbasiler zamanında başlayan eski Yunan ve Helen medeniyetlerine ait eserler ve
felsefe akımlarının çevirileri, Türk hâkimiyeti devresinde zirveye ulaşmış idi.
Böylece İslâm medeniyetinde büyük gelişmeler olmuştur. Batıda unutulmuş olan
Yunan ve Helen medeniyeti, Haçlı Seferleri sayesinde İslâm medeniyeti ile
birlikte tekrar Avrupa'ya taşınmıştır. İslâm medeniyetinin öncüleri durumunda
olan Türk bilginler bütün dünya tarafından tanınmış ve eserleri yüzyıllarca
bilime rehberlik etmiştir. Bu Türk bilginlerinin en ünlüleri Farabi, Birunî ve
İbni Sina'dır.
Oğuzların Karaçuk (Farab) şehrinde doğan Farabi (870 -950), matematik, fizik,
astronomi vb. konularda 160 kadar kitap yazmıştır. Ancak onu asıl önemli kılan
Helen felsefesinin akılcı, mantığa dayalı yönüyle İslâm düşüncesini
kaynaştırdığı felsefe alanındaki çalışmaları olmuştur. Aristo'nun düşüncelerini
en iyi açıklayan kişi olduğundan "Muallim-i Sâni" (İkinci öğretmen). adıyla
anılmıştır. Eserlerinin çoğunun Lâtinceye çevrildiği batıda "Al-farabıus" adıyla
bilinmektedir. İhsâ'ül -Ulûm isimli eseriyle bilimleri ilk kez sınıflandıran
Farabi aynı zamanda Öklit geometrisini de açıklamıştır .
Farabî'nin düşüncelerinden etkilenen İbni Sînâ (980-1037), çeşitli konularda 220
civarında eser vermiş diğer ünlü bir Türk bilginidir. Avrupa'da "Avicenna"
adıyla bilinmektedir. Felsefe ve müspet bilimlerle uğraşan İbni Sina asıl ününü
tıp alanında kazanmıştır. "El-Kanun fi't-Tıb" adlı eseri Lâtinceye çevrilmiş ve
yüzlerce yıl ders kitabı olarak okutulmuştur.
Birûnî (973 -1051), Harzemşahların sarayında yetişti ve Gazneli Mahmud'un
himayesine girdi. Matematik, geometri, tıp ve coğrafya gibi alanlarda 113'ten
fazla eser veren Birûnî'nin asıl başarısı astronomi dalındadır. Yıldızların
yüksekliğini, açılarını ölçen hassas aletler geliştirdi. Dünya çekirdeğinin
çapını sadece 15 kilometrelik yanılmayla 6338.8 km olarak tespit etmiştir.
Yazdığı astronomi kitabı, dünyanın ilk astronomi ansiklopedisi olarak
Farabî ve İbni Sina'nın açtığı yoldan birçok Türk âlim ilerlemiştir. Felsefe
dalında; El-Harezmî, Şehristânî ve tasavvufun öncülerinden Gazali, İbni Rüşd,
Fahreddin Razi, geometride Abdurrezzak Türkî, trigonometri'nin kurucularından
Abdullah el-Baranî ilk akla gelenlerdir .
Selçuklu Sultanı Melikşah İsfehan ve Bağdat'ta birer rasathane kurdurarak,
İranlı ünlü matematikçi ve astronom Ömer Hayyam'ı buralarda görevlendirdi. Ömer
Hayyam'ın da içinde bulunduğu bazı bilim adamları, Melikşah adına güneş yılına
dayanan Celâlî veya Takvim-i Melikşâh adlarıyla anılan bir takvim hazırladılar.
Sanat ve mimarlık alanlarında da Türk-İslâm devletleri zamanında büyük gelişme
görülmektedir. Türk-İslâm kültürü ve sosyal hayatına uygun olarak gelişen
mimarlığın en önemli örnekleri cami, medrese, kervansaray, imaret, darüşşifa (hastane)
vb.dir. İlk Türk-İslâm mimarî örneği, Tolunoğlu Ahmed tarafından Kahire'de
yaptırılan Tuluniye Camisi'dir ve bugün dahi varlığını korumaktadır.
Türkler tarafından geliştirilen kubbe, kemer ve sütun biçimleri, Orta Asya
yaşantısı ve çadır kültürünün, İslâm mimarîsine yansıtıldığı yeni bir mimarî
üslûbu getirmiştir. Özellikle tekke, kümbet, cami ve medrese gibi yapılarda,
Türk mimarî üslûbunun eşsiz örnekleri görülür.
Yazı, cilt, çini, minyatür sanatları ile seramik, dokumacılık, taş ve maden
işçiliği vb. alanlarda Türkler eşsiz örnekler vermişlerdir. İslâmî anlayışa
uygun düşmemekle beraber heykel ve kabartma sanatını devam ettirmişlerdir.
Örneğin birçok yapıda hayvan figürleri kullanılmış, Sultan Tuğrul bastırdığı
madalyona kabartma resmini koydurmuştur. Müzik alanında da Türkler yenilikler
getirmişlerdir. Farabî müzik üzerine iki eser yazmış ve bunlar dünya müzik
tarihine geçmiştir. Eserinde ses ve müziğin fizik temellerini inceleyerek, ses
perdesinin özelliklerini ilk defa ortaya koymuştur. Saraylardaki nevbet (bando),
Osmanlı askerî mehterine örnek olmuştur. Ayrıca bazı tarikatlerin yaptıkları
dinî müzik ve rakslar, Türk tasavvuf musikisinin ve semahların özünü
oluşturmuştur.
KARAHANLILAR (840-1212)
Karahanlılar, daha önceki Türk devletlerinden farklı olarak, hükümdarların ve
halkının çoğunluğunun Müslümanlığı seçtiği ilk Türk-İslâm devletidir. Bu sebeple
Türk tarihi içerisinde Karahanlıların özel bir yeri ve önemi vardır.
Hâkaniye ve İlig-Hanlar adlarıyla da anılan Karahanlı Devleti, başta Karluklar
olmak üzere Çiğil, Yağma ve Tuhsı gibi Türk Boylarına dayanıyordu. Karluklar,
Balasagun merkez olmak üzere Yedi-su bölgesinde bir devlet kurmuşlardı. Karluk
yabgusu, bağlı bulunduğu Uygur Hakanlığı'nın 840 yılında Kırgızlar tarafından
yıkılması üzerine istiklâlini ilân etti. Kendisini Türk hakanlarının yasal
halefi sayan yabgu Karahan unvanını aldı.
Karahanlıların ilk hükümdarı olarak Bilinen Bilge Kül Kadır Han,
Maverâünnehir'deki Sâmanî devleti ile mücadelelerde bulundu. Oğullarından Arslan
Han ulu hakan olarak Balasagun'da, Oğulcak Kadır Han ise Talas'ta oturdular.
Kadır Han 893'te başkenti Kaşgar'a nakletti. Bu dönemde yeğeni Satuk Buğra Han
Müslümanlarla temas kurdu ve Karahanlı Devleti'nin başına geçince de İslâmiyet'i
resmî din olarak
Karahanlı Hükümdarı Ebu Nasr Ahmed zamanında, kardeşi İlig Nasr tarafından
Samaniler devletine son verildi (999). Ebu Nasr Ahmed Abbasi halifesi tarafından
bir İslâm hükümdarı olarak tanınan ilk Karahanlı hanı olmuştur. Karahanlı
Devleti'nin sınırları Balasagun, Özkent ve Tarım Havzası'nın batı kısmı ile
Karakurum dağları dolaylarına kadar genişlemişti. Güneyde Gazneliler ile komşu
oldular ve mücadele ettiler. Ancak hanedan arasında çıkan anlaşmazlık
neticesinde devlet Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı (1042). Doğu
Karahanlıların başında Tamgaç Buğra Han; Batı Karahanlıların başında ise Ahmet
Arslan Han bulunuyordu.
Doğu Karahanlı Devleti (1042-1211):
Doğu Karahanlı Devleti'nin sınırları Kaşgar,
Batı Karahanlı Devleti (1042-1212):Batı
Karahanlıların sınırları batıda Aral gölünden doğuda Çimkent ve Özkent'e kadar
uzanmaktaydı. Devletin başkenti önceleri Özkent idi. Daha sonra Semerkant ve
Buhara devletin merkezleri olmuştur. İlk hükümdarları Ahmet Arslan Han idi.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah bir Karahanlı prensesi ile evlenerek iki devlet
arasında akrabalık kurdu ve böylece Karahanlıları kendisine bağladı (1089).
Selçukluların Katavan Savaşı'nda yenilmesiyle beraber Batı Karahanlılar da
Karahitay hâkimiyetine girmişti (1141). Harzemşahlar bölgedeki Moğol
hâkimiyetine son vermiş, son Karahanlı hükümdarı Osman Han'ı da ortadan
kaldırarak, bu devleti yıkmışlardır (1212).
GAZNELİLER(969-1187)
Gazneliler
Devleti adını, Doğu Afganistan'da bulunan başkentleri Gazne'den almaktadır.
Ayrıca hükümdarlık hanedanının kurucusundan dolayı Sebük-teginliler veya
lâkaplarından dolayı Yemînîler diye de anılırlar.
Sâmanoğulları
Devleti'nin (819-1005), dağılmaya başladığı sırada, bu devlette komutanlık ve
valilik yapan Türkler, bazı bölgeler de hâkimiyet kurmuşlardı . Bunlardan biride
Horasan Emiri Alp-Tegin'dir. Alp-Tegin Doğu Afganistan'daki Gazne şehrini ele
geçirerek, Gazneli Devleti'nin ilk temellerini atmıştır 963). Alp-Tegin'in
ölümünden sonra yerine geçen oğulları aynı başarıyı gösteremeyince, Türkler
Alp-tegin'in komutanlarından Sebük- tegin'i başa geçirdiler (977). Sebük-tegin
'in başa geçmesiyle, Gazneliler Devleti hükümdarlığın babadan oğula geçtiği bir
hanedanın idaresine girmiştir. Nitekim Sebük-tegin'in ölümüyle birlikte tahta
oğlu Mahmut geçti. Gazneli Mahmut zamanında, devlet en parlak devrini yaşadı.
Türk
tarihinde sultan unvanını ilk defa Gazneli Mahmut kullanmıştır. Gazneli Mahmut
1001-1027 tarihleri arasında Hindistan'a 17 sefer düzenleyerek, Kuzey
Hindistan'ı topraklarına kattı. Bölge İslâmlaştı ve böylece Pakistan devletinin
temeli atılmış oldu.
Gazneli
Mahmut'un ölümü üzerine (1030) yerine geçen Sultan Mesut, babası gibi dirayetli
değildi. Selçuklu tehlikesinin artmasına rağmen, O Kuzey Hindistan'a sefer
düzenlemişti. Nihayet Dandanakan Savaşı'nda Selçuklular karşısında büyük bir
yenilgiye uğradı. Topraklarını kaybederek Hindistan'a çekilmeye mecbur kaldı.
Sultan İbrahim zamanında devlet Selçuklu hâkimiyetine girdi (1059). Afgan asıllı
Gurlular, 1187 tarihinde Gazneli Devleti'ni ortadan kaldırdılar.
Selçuklular
Batı
Türklüğünün en kalabalık ve güçlü kesimi olan Oğuzlar , II. Göktürk Devleti ve
Uygur Kağanlığı zamanında daha batıya göç etmek zorunda kalmıştı. IX. ve X.
yüzyıllarda gerçekleşen ikinci göçte, Guz adıyla anılan bir kısım Oğuz kitleleri
Doğu Avrupa'ya kadar ilerlemiş, asıl kitle ise Seyhun nehri civarında kalmıştır
.
Seyhun
bölgesine gelen Oğuzlar, X. yüzyılda kışlık merkezleri Yenikent olan bir siyasî
teşkilât oluşturmuşlardır. Başkanlarına Yabgu denildiği için bu devlete de Oğuz
Yabgu Devleti adı verilmiştir. Devletin sınırları Seyhun'dan Hazar Denizi'ne
kadar uzanmaktaydı.
Ancak Oğuz
Yabgulularında asıl siyasî ve askerî güç yabgudan çok sübaşı, yani ordu
komutanının elindeydi. Selçuklu Devleti'ne adını veren Selçuk Bey ve babası
Dukak da sübaşı görevinde olup, Oğuz yabgusu ile aralarında gizli bir mücadele
söz konusuydu. Nitekim kaynaklarda adı belirtilmeyen Oğuz yabgusu, bir Türk
zümresi üzerine sefer yapmak isteyince sübaşı Dukak bu sefere itiraz etmiş ve bu
yüzden aralarında kavga olmuş ve gizli mücadele böylece gün yüzüne çıkmıştır. Bu
olay Dukak'ı sübaşılıktan etmişse de, onun ve ailesinin Oğuzlar arasındaki
itibarını artırmıştı. Nitekim ölümünden sonra oğlu Selçuk da sübaşılık görevine
getirilmiş, devletin askerî gücünü eline geçirmişti. Sübaşı Selçuk ile yabgunun
arası da açılmış, hem bu yüzden hem de yer ve otlak darlığı yüzünden, Selçuk ve
emrindekiler Maverâünnehir'e göç etmek zorunda kalmışlardır.
Selçuk Bey'in,
Seyhun nehri kenarındaki Cent şehrine göçü (960) Selçuklu Devleti'nin ortaya
çıkmasını sağlayacak önemli bir gelişmedir. Cent'te halkın büyük bir kısmı
Müslüman idi. Selçuk ve kendine bağlı olanlar, eski inanışlarıyla benzerlik
gösteren bu dine sıcak bakıyorlardı. Kısa bir süre sonra İslâmiyet'i kabul
ettiler. Böylece siyasî ve sosyal yönden de yeni bir kimliğe ve güce sahip
olmuşlardı. Nitekim Selçuk Bey, Oğuz yabgusunun yıllık vergiyi almak için
gönderdiği memuru, kafire haraç verilmeyeceğini söyleyerek Cent'ten kovdu.
Müslüman olmayan Oğuzlarla mücadele etmekten kaçınmadı. Böylece İslâm ve Türk
dünyasında şöhreti gittikçe yayıldı.
Müslümanlığı
kabul eden Oğuz kitlelerinin kendisine katılmasıyla Selçuk Bey, gücünü her geçen
gün daha da artırmaktaydı.
Sayılarının
gittikçe artması üzerine Selçuk Bey , Samaoğulları hükümdarından kendilerine
yeni bir yurt gösterilmesini istedi. Buhara yakınlarındaki Nûr kasabası yurtluk
olarak gösterildi. Seyhun'u geçen Oğuzlar, Nûr kasabasına yerleşti. Buna
karşılık Karahanlılarla çarpışan Samanoğullarına yardım edildi. Ancak
Samanoğulları Devleti kısa bir süre sonra yıkıldı (999). Ülke Karahanlı ve
Gazneliler tarafından paylaşıldı. Yüz yaşını geçmiş olan Selçuk Bey 1009 tarihin
de Cent'te vefat etti.
Selçuk Bey'in
4 oğlu vardı: Mikâil, Arslan (İsrail), Yusuf ve Musa. En büyük oğlu Mikail
babası hayatta iken bir savaşta ölmüştü (998). Bu sebeple Tuğrul ve Çağrı
adındaki iki oğlunu Selçuk Bey yetiştirmiştir. Yabgu unvanını taşıyan Arslan,
babasının ölümü üzerine başa geçti. Diğer kardeşi Musa ise onun yardımcısı
durumundaydı.
Arslan Yabgu,
Maverâünnehir'i ele geçiren Karahanlılarla mücadele etti. Karahanlılara karşı
isyan eden Ali Tegin ile ittifak kurdu. Buhara'yı ele geçirdiler. Bu güç
birliğine karşı Gazneli Sultan Mahmut ve Karahanlı Yusuf Kadır Han anlaşmaya
vardılar. Gazneli Mahmut, görüşmek isteği ile yanına çağırdığı Arslan Yabgu'yu
tutukladı ve Hindistan'ın kuzeyindeki Kalincar Kalesi'ne hapsetti (1025). Arslan
Yabgu 7 sene kaldığı bu kalede öldü(1032).Tuğrul ve Çağrı Beyler, amcaları
Arslan Yabgu'nun tutuklanması üzerine fiilen Oğuzların liderleri durumuna
geldiler (1025) .
Ancak
geleneğe uygun olarak diğer amcaları Musa'yı yabgu ilân ettiler. Arslan
Yabgu'nun ölümünden sonra Selçuklularda kısa süren bir dağınıklık yaşandı .
Arslan Yabgu'ya bağlı Türkmenlerin bir kısmı, Gazneli Mahmut'un izniyle Horasan'
a geçti. Bunlar ileride Selçukluların Irak ve Horasan kolunu oluşturacaklardır.
Arslan Yabgu ile ittifak kurmuş olan Buhara hâkimi Ali Tegin, Tuğrul ve Çağrı
Beylerin kendine bağlı kalmasını istiyordu. Buna karşı çıkan Tuğrul ve Çağrı
Beyler ile Ali Tegin arasında şiddetli muharebeler cereyan etti. Selçuklular
Harezm bölgesine çekilmek zorunda kaldı. Gazneli Valisi Harezmşah Altuntaş'ın
gösterdiği bölgeye oturdular (1030 ). Ancak daha sonra, artan Gazneli
tehlikesine karşı Selçuklular, Ali Tegin ve Harezm valisi ile ittifak kurdular.
Harezm'de Cent Hâkimi Şah Melik tarafından 7-8 bin Türkmen'in öldürüldüğü
korkunç baskın(1034), ve müttefikleri Harzemşah Harun ve Ali Tegin'in ölümleri
(1035) üzerine, Selçuklular Horasan'a geçmek zorunda kaldılar.
Tuğrul ve
Çağrı Beylerin beraberlerinde Musa Yabgu ve İbrahim Yınal kuvvetleri olduğu
hâlde, Gazneli hâkimiyetindeki Horasan'a girişleri, Gazneli sultanı Mesut'u
oldukça telâşlandırdı. Çünkü daha önce bu bölgeye gelen Türkmenler, Gaznelileri
çok uğraştırmıştı. Bu sebeple Gazneli Mesut büyük bir ordu hazırladı. Ancak Nesa
yakınlarında yapılan savaşta Selçuklular bu orduyu ağır bir yenilgiye uğrattı
(Haziran 1035). Gazneli Mesut, Selçuklulara bazı bölgeleri bırakmayı kabul etti.
Fakat Selçukluların kazandığı zaferi duyan Oğuz kitleleri bölgeye akmaya
başlamıştı. Bu durum karşısında Gaznelilerden yeni bölgeler istendi. Bu isteği
geri çeviren Gazneli Mesut, Selçukluların üstüne yeniden bir ordu gönderdi.
Serahs yakınlarında yapılan savaşta Selçuklular yine büyük bir zafer kazandı
(Mayıs 1038). Horasan'ın tamamı Selçuklu hâkimiyetine geçti. Selçuklular
bağımsızlıklarını ilân ederek ilk idarî düzenlemeleri yaptılar. Tuğrul Bey ele
geçirilen Nişapur'u devlet merkezi ilân etti.
Dandanakan
Savaşı ve Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu
Horasan'ı
kaybeden Gazneli Sultanı Mesut, Selçuklulara kesin bir darbe indirmek için
ordusunun başına geçti. Sefer esnasında katılanlarla birlikte Gazneli ordunun
mevcudu 100 bine ulaşmıştı. Selçuklu kuvvetleri ise ancak 20 bini bulan hafif
süvarilerden oluşmaktaydı. Bu dengesizlik sebebiyle Selçuklu ordusu yıpratma
savaşı vermeyi uygun bulmuştu. Bu sebeple ordu çöllere doğru çekildi. Nişapur'a
giren Gazneli Mesut, Selçuklu ordusunu takibe koyuldu. Selçuklu birliklerinin
vur-kaç taktiği ile iyice yıpranan Gazne ordusuna karşı meydan savaşı yapma
zamanının geldiğine karar veren Çağrı Bey nihayet Merv yakınındaki Dandanakan
Hisarı önünde Gaznelileri karşıladı. Üç gün süren savaş sonucunda Gazneli ordusu
ağır bir yenilgiye uğratıldı (22-24 Mayıs 1040). Gazneli Mesut beraberindeki 100
kadar atlı ile ancak kaçabildi ise de Hindistan'a giderken kendi adamları
tarafından öldürüldü.
Dandanakan
Savaşı, Selçuklular için bir dönüm noktası olmuştur. Aslında Serahs Savaşı'yla
fiilen kurulmuş olan devlet, bu savaş neticesinde hukuken bağımsızlığını
kazanmış, bölge ülkeleri ve halife Selçuklu devletini tanımıştır. Böylece
bölgedeki en büyük güç hâline gelen Selçuklular, Türkleri bir bayrak altında
toplamaya başlayacak ve İslâmiyet'in öncülüğünü üstleneceklerdir.
Dandanakan
Savaşı'nın hemen ertesinde Tuğrul Bey Selçuklu Sultanı ilân edildi. Merv'de
yapılan kurultayda devlet teşkilâtı düzenlendi. Selçuklu ülkesi ve ele
geçirilmesi plânlanan memleketler Selçuklu hanedanına mensup üç lider arasında
taksim edildi. Buna göre merkezi Merv olmak üzere Ceyhun ve Gazne arasındaki
bölge Çağrı Bey'e; Herat merkez olmak üzere Bust -Sistan arazisi Musa Yabgu'ya
verildi. Tuğrul Bey Sultan unvanı ile başkent Nişapur'da kaldı, Irak kendisine
bağlandı. Çeşitli bölgelere gönderilen diğer hanedan üyeleri de Sultan Tuğrul'un
emrine verildi. Bunlar daha sonra Büyük Selçuklulara bağlı kalmakla beraber
kendi devletlerini kurdular.
Hanedan
üyeleri kendilerine ayrılan toprakları birer birer zapt ediyordu. Doğuda yapılan
seferlerde Çağrı Bey Gaznelileri tamamen Horasan'dan çıkardı, Belh şehrini ele
geçirdi. Karahanlıları barış yapmak zorunda bıraktı. Çağrı Bey'in oğlu Yakutî
Hint denizi kıyılarındaki Mekran'ı aldı. Diğer oğlu Kara Arslan Kavurd ise
Buveyhîler'in hâkimiyetindeki Kirman'ı , Hürmüz Emirliği'ni ve Umman'ı Selçuklu
idaresine bağladı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin birlikte çıktığı seferde Harezm
bölgesi tamamen Selçuklulara geçti. (1043)
Tuğrul Bey
İran'daki birçok bölgeyi bizzat çıktığı seferle ele geçirdi. Tuğrul Bey'in üvey
kardeşi İbrahim Yınal, İran'ın en önemli merkezlerinden Rey şehrini zapt etti ve
Tuğrul Bey'i buraya davet etti. Tuğrul Bey, fetih bölgelerine daha yakın olması
sebebiyle Nişapur' u bırakarak, Rey'i devletin yeni başkenti yaptı .(1042)
Tuğrul Bey
zamanında Bizans ve Gürcülere karşı da büyük başarılar sağlanmıştı. Arslan
Yabgu'nun oğlu Kutalmış ve İbrahim Yınal, Bizans-Gürcü kuvvetlerini Pasinler
Savaşı ile büyük bir hezimete uğrattılar (1048). Bu savaşta Gürcü Kralı Liparit
esir edilmiş; İstanbul'daki yıkık bir caminin onarımı ve Tuğrul Bey adına burada
hutbe okunması şartıyla serbest bırakılmıştır. 1054 yılında Tuğrul Bey
Azerbaycan'daki mahallî hükümdarları itaat altına aldıktan sonra Anadolu'ya
yönelmiş ve Malazgirt'i kuşatmıştır. Ancak kışın yaklaşması üzerine geri dönmüş,
Yakutî'yi Anadolu akınlarını devam etmekle görevlendirmiştir. Tuğrul Bey, Abbasi
Halifesi Kaim bi-Emrullah'ın isteği üzerine, Şiî Büveyhoğullarının tehdidi
altındaki Bağdat'a 1055 ve 1058'de iki kez girmiş ve böylece "doğunun ve batının
hükümdarı" unvanını bizzat halifeden alarak, Selçukluların İslâm dünyasının
koruyucu liderliğini üstlendiğini kabul ettirmiştir.Devletin kuruluşunda önemli
rol oynayan Çağrı Bey 1060'ta ve Sultan Tuğrul Bey ise 1063'de öldü. Çağrı Bey
cesareti ve kumandanlığı, Tuğrul Bey ise adaleti ve siyasî zekâsıyla, II.
Göktürk Devleti'ndeki Bilge ve Kül-Tigin kardeşleri hatırlatan büyük
şahsiyetlerdir.
Tuğrul Bey'
in çocuğu yoktu.Bu sebeple Selçuklu tahtına Çağrı Bey'in büyük oğlu Süleyman'ı
vasiyet etmişti. Ancak Çağrı Bey'in diğer oğlu Alp Arslan bunu kabul etmedi.
Henüz çocuk yaştayken babasını temsil eden Alp Arslan, Karahanlı ve Gaznelilere
karşı başarılar elde etmiş, onları itaate zorlamıştı. Bu sebeple Selçuklu
tahtının hakkı olduğunu düşünüyordu. Aynı zamanda Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış
da kendini sultan ilân etmişti. Askerlerin desteklediğini alan Alp Arslan,
Kutalmış'ın isyanını bastırdı ve Rey'de tahta çıktı. Nizamülmülk'ü vezirliğe
getirdi (1064).
Alp Arslan,
devlet nizamını sağlar sağlamaz Azerbaycan ve Anadolu üzerine sefere çıktı.
Tuğrul ve Çağrı Beyler, henüz devlet kurulmadan bu bölgelere akınlar
düzenlemişler, kalabalık Türkmen kitleleri batıya yönelmişlerdi. Bu sebeple Alp
Arslan, yeni fetih alanı olarak Anadolu'yu seçmiştir. Alp Arslan Azerbaycan ve
Kafkasya'da birçok kaleyi ele geçirdikten sonra Doğu Anadolu'ya girdi.
Hıristiyanlığın doğudaki en güçlü kalesi olan Ani'yi şiddetli bir kuşatmadan
sonra ele geçirdi. Ardından Kars'a girdi (1064).1065 yılında, atalarının ilk
yerleştiği şehir olan Cend'e gitti ve Kıpçakları hâkimiyeti altına aldı. Kirman
Meliki Kavurd'un isyanını da bastıran Alp Arslan, böylece devletin doğu
sınırlarının emniyetini sağlayarak, bütün gayretini Anadolu'ya sarf etmeye
başladı.
Sultan Alp
Arslan Azerbaycan üzerinden Malazgirt'e gelerek burayı kısa sürede ele geçirdi .
Ardından Ahlat, Meyafarikin (Silvan), Amid (Diyarbakır) ve havalisini fethetti .
Sultan,
Abbasi halifeliğini tehdit eden Mısır Fatimî Devleti'ne karşı sefere
hazırlandığı sırada Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in Doğu Anadolu'ya
ilerlediğini öğrendi. Şam'a yürümekten vazgeçen sultan, hızla geri döndü ve
Malazgirt'te Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaş sonuçları
itibarıyla Dandanakan'dan sonra cereyan eden en önemli meydan savaşıdır. Bu
savaştan sonra Türkler için Anadolu'da yeni bir dönem başlar.Sultan Alp Arslan,
Malazgirt'ten sonra çıkan karışıklıkları bastırmak amacıyla Maverâünnehir
üzerine sefere çıkar. Ancak burada esir alınan bir kale komutanı tarafından
hançerlenir ve 25 Kasım 1072'de vefat eder .
Alp Arslan,
kendinden sonra tahta geçmesi için oğlu Melikşah'ı veliaht olarak hazırlamıştı.
Nitekim Alp Arslan'ın ölümü üzerine Melikşah henüz 18 yaşında iken sultanlığa
getirildi (1072). Melikşah öncelikle sınırlara tecavüz eden Karahanlı ve
Gazneliler'i yenerek, barışa zorladı. Ardından amcası Kavurd'un isyanını
bastırdı (1073).
Devlet
merkezi Rey'den daha güneydeki İsfahan'a taşındı. Bizans'ın Malazgirt'ten sonra
anlaşmaya uymamaları üzerine Anadolu akınları hızlandırıldı. Kutalmış'ın
oğulları ve bazı Türkmen reisleri Batı Anadolu'ya kadar akınlar düzenlediler. Bu
arada Türkmen liderlerinden Atsız Suriye'yi ele geçirdi. Kudüs şehri
Fatımîlerden alındı. Melikşah, kardeşi Tutuş'a Suriye'nin idaresini verdi
(1078).
Anadolu
fatihlerinden Artuk Bey, Melikşah'ın emriyle Arabistan Yarımadası'ndaki Hicaz,
Yemen ve Aden'i Selçuklu topraklarına kattı.
Melikşah
1087'de çıktığı sefer sonucunda Karahanlıların doğu kolunu da hâkimiyeti altına
aldı. Sultan Melikşah henüz 38 yaşında iken zehirlenerek öldü ( 1092).
Melikşah
zamanında Büyük Selçuklu Devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Bu sınırlar,
batıda Anadolu ve Mısır'dan, doğuda Balkaş ve Isık gölüne; kuzeyde Kafkaslardan
güneyde Arabistan Yarımadası'na kadar uzanmaktaydı.
Büyük
Selçuklu Devleti'nin Dağılışı
Melikşah
döneminde Selçuklu Devleti en parlak yıllarını yaşamıştır. Ancak Melikşah'ın
ölümünden sonra gelişen bazı olaylar devletin gücünü kırar. Büyük Selçukluların
dağılışını hızlandıran gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz :
Haçlı
Seferleri:
Türklerin Anadolu'yu fethi ve Bizans'ı tehdit etmesi, Kudüs'ün Müslümanların
eline geçmesi gibi sebepler, Hristiyan dünyasını ortak hareket etmeye
yöneltmişti. Melikşah'ın ölümüyle başlayan taht mücadelelerini fırsat bilen
Hristiyanlar, haçlı seferlerini başlattılar (1096). Suriye ve Filistin'in büyük
bölümü Haçlıların eline geçti.
Bâtınîlik
Hareketleri:
Mısır'daki Şiî Fatımîler, Selçuklu Devleti'ni zayıflatmak ve kendi
propagandalarını yapmak için adamlar yetiştiriyordu. Bu kişiler İslâmiyet'le
tamamen ters düşen inanışlar taşıdıklarından Bâtınî adıyla anılmışlardır.
Bunlardan biri de Hasan Sabbâh'dır.
Cahil
kitleler arasında taraftarını artıran bu kişi Hazar'ın güneyinde yer alan Alamut
kalesini ele geçirmiş ve burayı üs olarak kullanmıştır (1090). Haşhaş gibi
uyuşturucularla kendine bağladığı fedaîler vasıtasıyla, devletin ileri
gelenlerine suikastlar tertip etmişlerdir. Nitekim Melikşah'ın ünlü veziri
Nizamülmülk de bu fedaîler tarafından öldürülmüştür.
Melikşah bu
kötülük yuvasını yıkmak için Türkmen reisi Kızıl Sarıg'ı Alamut'a yollamış,
fakat sultanın ölümü üzerine kuşatma kaldırılmıştır. Batınîlik hareketi XIII.
yüzyıl ortalarına kadar faaliyetine devam etmiştir.
İç
Mücadeleler:
Selçuklu
Devleti'nin dağılmasında esas rol oynayan, kendi aralarındaki mücadeleler
olmuştur. Taht kavgaları, bağlı beyliklerin bağımsızlığını ilân ederek
birbirleriyle mücadele etmeleri ve isyanlar ülkenin düzenini bozmuştur .
Melikşah'ın
ölümü üzerine Selçuklu tahtına oğlu Berkyaruk geçmişti (1092). Fakat Suriye
Selçuklu Meliki Tutuş yeğeninin hükümdarlığını kabul etmeyerek, taht üzerinde
hak iddia etti. Tutuş, Berkyaruk ile yaptığı savaşı kaybetti ve öldü (1095). Bu
zafere rağmen Bâtınî ve Haçlı hareketleri karşısında başarılı olamayan
Berkyaruk, henüz 25 yaşında iken öldü (1104). Berkyaruk'tan sonra Selçuklu
tahtına kardeşi Mehmet Tapar geçti (1104-1118) . Haçlılar ve Gürcülere karşı
bazı başarılar kazanıldıysa da iç mücadeleler birliğin sağlanmasını
engelliyordu.
Mehmet
Tapar'ın ölümünden sonra tahta oğlu Mahmut geçmişti. Melikşah'ın diğer oğlu
Horasan Meliki Sencer kendini sultan ilân etti ve Mahmut'u himayesine aldı
(1119). Böylece Sencer büyük sultan olurken, Mahmut Irak Selçuklu Sultanı olarak
kalıyordu. Selçuklu başkentini Merv'e taşıyan Sultan Sencer, Büyük Selçuklu
Devleti'nin son büyük hükümdarıdır. Onun zamanında devlet tekrar eski gücünü
toparlamaya başlamıştır. Bu sebeple Sultan Sencer zamanı için ikinci
imparatorluk devri adı verilir.
Sultan Sencer
henüz Horasan meliki iken Gaznelileri ve Karahanlıları, 1121'de ise
Afganistan'daki Gurlu Devleti'ni kendine bağlamıştır. Ayrıca Selçuklu ülkesinin
tamamında hâkimiyet kurarak birliği sağlamıştı. Fakat 1141 yılında doğudan gelen
Kara-Hıtaylar 'a karşı yaptığı Katavan Savaşı'nda yenilince itibarını kaybetti.
Maverâünnehir Kara-Hıtayların eline geçti . Ülkede tekrar otorite boşluğu doğdu.
Nitekim İran asıllı memurların fazla vergi istemesi üzerine, devletin asıl
unsuru olan Oğuzlar (Türkmenler) isyan ettiler, daha fazla toprak istediler.
Sultan Sencer soydaşı olduğu Oğuzlara esir düştü (1153). Oğuzlar Horasan
bölgesini ellerine geçirdiler. Sultan Sencer serbest bırakıldı. Fakat bir müddet
sonra öldü. Sencer'in ölümüyle Büyük Selçuklu Devleti fiilen son bulmuştur
(1157).Büyük Selçuklu Devleti, Karahanlılar ve Gazneliler ile başlayan
Türk-İslâm devlet geleneğini sağlam temellere oturtan ilk büyük cihan
devletidir. Daha sonra kurulan Türk devletlerine her açıdan örnek olmuşlardır .
Büyük
Selçuklulara Bağlı Devletler
Dandanakan
Savaşı'ndan sonra yapılan kurultayda ülkenin çeşitli bölgelerine hanedan
üyelerinin idareci olarak gönderildiğini belirtmiştik. Gönderildikleri
bölgelerde, devlete bağlı kalmak şartıyla kendi idaresini kuran bu kişiler,
Melikşah'ın ölümünden sonra (1092) bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamışlardır.
Bu dönemde ülke dörde bölünmüştür: Irak ve Horasan, Kirman, Suriye ve Anadolu.
Irak ve
Horasan Selçukluları (1092-1194)
Irak ve
Horasan Selçuklu Devleti'nin merkezi durumundaydı. Sultan Mehmet Tapar'dan sonra
Selçuklu tahtına geçen oğlu Mahmut tahta geçtiği sırada amcası Sencer Horasan
meliki idi. Sencer Mahmut'u tahttan indirdi ve himayesine aldı. Mahmud, merkezi
Hemedan olan Irak Selçuklu Devleti sultanlığına getirilirken, Sencer büyük
sultan sıfatıyla Horasan'daki Merv'de tahta oturdu. (1119) Irak Selçukluları,
Azerbaycan'dan Fars bölgesine, Horasan Selçukluları ise Maverâünnehir'den
Afganistan'a kadar uzanan bölgeleri içinde barındırmaktaydı. Irak
Selçuklularının son sultanı III. Tuğrul devrinde yönetim aslında atabeylerin
eline geçmişti. Sultan Tuğrul'un Harezmşah Tekiş'e yenilmesiyle Irak
Selçuklularının toprakları Harzemşahlara geçti (1194).
Kirman
Selçukluları ( 1092-1187)
Çağrı Bey'in
oğlu Kavurd , Selçukluların Kirman kolunun başı idi. İran'ın güneyinde yer alan
Kirman'dan başka Fars, Hürmüz ve Umman'ı da zapt etmişti. Birkaç kez isyan eden
Kavurd Sultan Melikşah tarafından boğdurulmuştu. Yerine geçen oğulları
Selçuklulara bağlı kaldılar. Bir ara Gurlular'ın hâkimiyetine giren Kirman
Selçuklularına Oğuz Başbuğu Dînar tarafından son verilmiştir (1187).
Suriye
Selçukluları ( 1092-1117)
1077 yılından
beri Suriye Selçuklu meliki olan Tutuş, kendini sultan ilân ederek, Berkyaruk'un
üzerine yürümüş, fakat yenilmişti (1095). Oğullarından Rıdvan Halep'te, ve Dokak
Şam'da hâkimiyetlerini ilân ettiler. Halep hakimi Rıdvan Haçlılarla mücadele
etti. Bir ara sınırlarını Güney Anadolu'ya kadar genişletti. 1117'ye
gelindiğinde her iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti.
Türkiye
Selçukluları (1075-1308)
Türkiye
Selçukluları kolu, Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış'ın neslindendir. Kutalmış'ın
oğlu Süleyman Şah 1075'te İznik'i almış ve oğlu I. Kılıçarslan burada
hükümdarlığını ilân etmiştir (1092). Daha sonraları Konya başkent olmuştur.
Türkiye Selçukluları İlhanlılar tarafından ortadan kaldırılmıştır (1308).
Atabeylikler
Ülke
idaresini öğrenmek için çeşitli bölgelere gönderilen şehzadeleri eğitmek ve
onlara vekillik etmekle görevlendirilen tecrübeli komutanlara atabey
denilmektedir. Atabeyler Selçuklu Devleti'nin zayıfladığı zamanlarda bölgedeki
gücünü ve nüfuzunu artırarak, idareyi tamamen ellerine geçirmişlerdir. Böylece
atabeylik adı verilen sülâleler ortaya çıkmıştır. Büyük Selçuklular zamanında
ortaya çıkan atabeylikler şunlardır:
Salgurlular (1147-1284)
Oğuzların
Salgur (Salur) boyundan Atabey Sungur tarafından kurulmuştur. Güney İran'daki
Fars bölgesinde kurulduğu için Fars Atabeyliği olarak da bilinir. Merkezi Şiraz
idi. İlhanlıların hâkimiyetinden sonra 1284'te sülâle sona ermiştir.
İldenizoğulları (1146-1225)
İldenizliler
veya Azerbaycan Atabeyliği de denir. Kıpçak Türklerinden Şemseddin İl-deniz'in
kurduğu Atabeyliğin merkezi Tebriz idi. Zamanla çok güçlenen ildenizliler,
Azerbaycan'dan başka bütün Irak'a, Hemedan ve İsfahan'a da hâkim oldular.
Celâlettin Harzemşah 1225'de Tebriz'i ele geçirince bu atabeylik sona ermiş
oldu.
Beg-Teginoğulları (1146 -1232)
Musul Atabeyi
Zengî'nin valilerinden Beg-tegin oğlu Zeyneddin Ali Küçük tarafından
kurulmuştur. Merkezi Erbil olup, Şehr-i Zor, Hakkari, Sincar ve Harran
atabeyliğin sınırları içerisindeydi. Ülkeyi 44 yıl başarıyla yöneten Kök-Böri,
Anadolu Selçuklularına bağlıydı. Ölünce, vasiyeti gereği Erbil Abbasi
halifeliğine verildi (1225).
Böriler
(Şam Atabeyliği) (1128-1154)
Suriye
Selçukluları'nın Şam kolu, Atabey Tuğtekin tarafından yönetiliyordu. Oğlu
Tacü'l-mülk Böri babasının ölümü üzerine idareyi ele aldı. Pek güçlü olmayan bu
atabeylik, Zengî Atabeyi Nureddin Mahmut tarafından ortadan kaldırıldı (1154).
Zengîler
(1127-1259)
Melikşah'ın
Halep Valisi Ak-Sungur'un oğlu İmadeddin Zengi'nin Musul valiliğine
getirilmesiyle kuruldu (1127). Haçlılara karşı verdikleri mücadelelerle öne
çıkmışlardır. İmadeddin Zengî, Haçlılardan Urfa'yı alınca Avrupalılar II. Haçlı
Seferi'ni düzenlemişlerdir (1137). Zengî'nin ölümünden sonra atabeylik Musul ve
Halep olmak üzere iki kola ayrıldı (1146). Halep'teki oğlu Nureddin Mahmut haçlı
kontluklarına karşı başarılı mücadeleler verdi. Şam'daki Börileri kendine
bağladı. Haçlılarla iş birliği yapan Mısır Fâtımî Devleti'ni ortadan kaldırdı
(1171). Nureddin Mahmut ölünce atabeylik Eyyûbî ailesine intikal etti (1174).
Nihayet 1259'da İlhanlılar atabeyliğin tamamını işgal ettiler.
Kırgızların
Orhun-Yenisey'deki Uygurları 840 yılında ortadan kaldırması ve ardından
kendilerinin de Moğol hâkimiyetine girmeleriyle beraber, en eski Türk yurdu
Moğolların eline geçmişti. Artık X. yüzyıldan itibaren gittikçe güçlenen Moğol
kabileleri, Türklerin siyasî bir birlik oluşturamamasından da yararlanarak,
faaliyetlerini artırmışlar, ancak kendileri de güçlü bir siyasî birlik
oluşturamadıkları gibi üstelik birbirleriyle sürekli mücadele etmişlerdir. XII.
yüzyılda en güçlü Moğol kabileleri Orhun-Tula boylarında yaşayan Kerayitler,
Baykal gölünün güneyindeki Merkitler, İrtiş civarındaki Naymanlar idi. Bu sırada
Karahıtaylar da Maverâünnehir'de Harezmşahlarla mücadele halindeydi. Cengiz
Han'ın mensubu olduğu Kıyat kabilesi ve diğer Moğol kabileleri ise Onon-Kerülen
boylarında dağınık hâlde yaşamaktaydılar.1155 yılında dünyaya gelen Cengiz (asıl
adı Temuçin), henüz çocuk iken Kıyat kabilesinin han sülalesi Borcigidlerden
gelen babası Yesügey Bahadır'ın, Tatarlar tarafından öldürülmesiyle, kendini
zorlu bir mücadelenin içinde bulmuştur. Kahramanlığı ve zekasıyla kısa zamanda
sivrilen Cengiz, 20 yaşındayken, bölgede önemli bir güce sahip Kerayitlerin beyi
Tuğrul'un himayesini kabul edip, Cacirat beyi Camuka ile de kan kardeşlik
kurarak nüfuzunu ve gücünü artırmıştır. kongrat kabilesi beyinin kızı Börte ile
yaptığı evlilik ise mücadelesinde ona büyük bir üstünlük sağlamıştır. Nitekim
karısını kaçıran Merkitleri, Kerayit ve Caciratların yardımıyla yenilgiye
uğratmış, ardından Buirnor Tatarlarını ezmiştir (1198). Cengiz'in, Tuğrul Han
ile birlikte Moğolistan'da hâkimiyet kurmaya çalışmasına Camuka karşı çıkmışsa
da, 1201'de yapılan savaşta Cengiz galip gelmiştir. Ardından Cengiz, Çağan ve
Alçı Tatarları üzerine yürümüş, yenilgiye uğrayan Tatarların çoğu katledilmiştir
(1202).
Temuçin'in
gittikçe güçlenmesini kendi hâkimiyeti için tehlikeli bulan Kerayit hanı Tuğrul,
ittifakı bozarak Temuçin'e karşı harekete geçmiş fakat yenilerek itaat altına
alınmıştır (1203). Aynı yıl içinde Camuka'nın da katıldığı, Naymanların
öncülüğündeki, Merkit, Oyrat, Tatar, gibi kabilelerin oluşturduğu ittifakla
mücadeleye girişen Temuçin, uzun mücadelelerden sonra galip gelip, bütün Moğol
kabilelerine hâkimiyetini kabul ettirmiştir(1206).
1206
ilkbaharında, Türk ve Moğol kabilelerinin katıldığı bir kurultayda Temuçin,
Cengiz (Çingiz) adını alarak büyük kağan ilân edildi. Bu tarihten itibaren
Cengiz, sıradan bir Moğol kabile lideri olmaktan çıkarak, cihanşümul bir
devletin kurucusu ve hanı olmuştur. Özellikle devletin yeniden
teşkilâtlanmasında, kendisine gönüllü katılan İdikut Uygurlarının ve Öngütlerin
büyük tesiri vardır. Askerî sahada, devlet teşkilâtında ve daha sonraki
dönemlerde tebarüz edecek olan kültür hayatında Türk tesiri açıktır. Nitekim
Cengiz'in oğulları tarafından kurulacak çoğu devlet kısa zamanda Türkleşmiştir.
Büyük bir
imparatorluk kurmayı hedefleyen Cengiz, ilkin, Kansu ve Ordos bölgesine hakim
olan Tibet kökenli Tangut devleti'ni itaat altına almış (1209) ardından, Kuzey
Çin'deki Kin hanedanlığının merkezi durumundaki Pekin'i uzun süren savaşlar
neticesinde yerle bir etmiştir (1215).
Tibet ve Çin'
hâkimiyetinden sonra Cengiz batıya yönelmiş ve önünden kaçarak sığındığı Kara
Hıtay Devleti'ni sonradan eline geçiren Nayman prensi Küçlük'ün üzerine komutanı
Cebe Noyan'ı takiple görevlendirmiştir. Nihayet Cebe Noyan 1218'de Küçlük'ü
öldürmüş ve böylece Karahıtayları devletine katan Cengiz, Harzemşahlar ile komşu
olmuştur. Büyük Selçukluların vârisi durumundaki Harezmşahlar ile Cengiz
başlangıçta bir dostluk anlaşması imzalamışlar ise de Sultan Muhammed'in, Cengiz
aleyhine Merkitleri desteklemesi ve Otrar şehrinde Moğol elçilik heyetinin esir
alınıp, öldürülmesi üzerine anlaşma bozulur.
1220 yılında
Cengiz'e bağlı kuvvetler Otrar'dan başlayarak Sığnak, Urkent, Barçınlıgkent'i
ele geçirerek elçilik heyetinin intikamını kanlı bir şekilde aldılar. Buhara ve
Semerkant gibi önemli şehirlerin ardından devletin merkezi olan Harezm
bölgesindeki Gürgenç'te tahrip edildi. Böylece Harzemşah toprakları tamamen
Cengiz'in eline geçmiş oldu (1221). Harzemşahların ortadan kalkmasıyla bütün
Maveraünnehir, Afganistan ve Horasan imparatorluğa dahil olurken bu bölgelerdeki
yerleşik ve konar göçer Türk nüfusunun bir kısmı Moğol istilâsından kaçarak,
Anadolu'ya Malazgirt'ten sonraki ikinci büyük Türk göçünü başlatmıştır.
Cebe Noyan ve
Sebutey gibi komutanları vasıtasıyla Kafkasya ve Güney Rusya'ya seferler
düzenleyen Cengiz Han, 1227 yılında yeni bir Çin seferine bizzat çıktığı sırada
Kansu yakınlarında ölmüştür. Cengiz Han, Onon ve Kerülen ırmaklarının
kaynağında, Burhan Haldun Dağları'nda gizli bir yere gömülürken, geride
Karadeniz'den Büyük Okyanusa uzanan büyük bir devlet bırakmıştır.
Cengiz Han
daha sağlığında,Türk-Moğol devlet anlayışına uygun olarak, ülke topraklarını
oğulları arasında taksim etmiştir. Bu paylaşmaya göre büyük oğlu Cuci Deşt-i
Kıpçak'ın, Çağatay Türkistan'ın, Ögeday doğu bölgelerinin ve küçük oğlu Toluy
Moğolistan'ın hâkimi olacaktır. Ancak Cengiz'in ölümü ve merkezi kağanlığın
zayıflaması ile beraber bu bölgelerde müstakil devletler kurulmuştur: Kubilay
Hanlığı, İlhanlılar, Çağatay Hanlığı ve Altın Orda.
--------------------------------------------------------------------------------
Kubilay
Hanlığı (1280-1368)
Cengiz'in
vasiyetine uyularak ölümünden sonra yerine, üçüncü oğlu Ögeday kağan seçildi
(1228). Onun zamanında Kore, Kuzey Çin tamamıyla imparatorluğa bağlandı.
1237-1241 yıllarında Batı seferi ile Kıpçak ülkesi, Rusya ve bütün Doğu Avrupa
ele geçirildi. Ancak Ögeday'ın ölümünden(1241) sonra, bir müddet eşi tarafından
idare edilen devlete kurultay kararıyla, Cuci'nin oğlu Batu Han'ın itirazına
rağmen, oğlu Kiyuk kağan seçilmiştir. Onun da 1248'de ölmesi üzerine bu kez
Kiyuk'un eşi yine kağan seçilene kadar üç yıl devleti idare etmiştir. 1251'de
toplanan kurultayda Toluy'un oğlu Mengü'nün kağan seçilmesiyle hâkimiyet Ögeday
neslinden Toluy nesline geçer.
Fakat 1259
yılında ölen Mengü, yerine küçük kardeşi Arık Buka'yı vasiyet etmişse Kubilay,
bunu tanımayarak komutanların da muvafakatıyla Pekin'de kağanlığını ilân eder ve
böylece taht mücadelesi tekrar kızışır. Arık Buka'yı yenen Kubilay devletin
merkezi olan Karakurum'a dönmeyerek Çin'de kalır. Çin geleneklerini benimseyen
devlete, Cengiz İmparatorluğu'nun diğer kesimlerindeki bağlı devletler ve çoğu
Moğol kabileleri sıcak bakmazlar. Nitekim İlhanlılardan başka gerçek bir
bağlılık gösteren devlet olmamıştır. Neticede Kubilay Hanlığı Çin'de Yüan
Hanedanı adıyla bilinen Çinlileşmiş bir hanedan dönemini başlatmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
İlhanlılar
(1256-1336)
Toluy'un oğlu
Hülagü kardeşi Toluy'un oğlu Mengü "büyük kağan" sıfatıyla, kardeşi Hülagü'yü
batıda yeni fethedilecek bölgelerin, Kösedağ savaşıyla tâbi durumuna düşmüş
Anadolu'nun ve İran'ın idaresiyle görevlendirmişti(1253). Böylece İlhanlı
Devleti'nin temeli atılmış oluyordu. 1256'da Amu Derya'yı geçerek İran'a giren
Hülagü, hiç bir direnişle karşılaşmamış sadece kendisine karşı koyan İsmailî
(Batınî) lideri Rükneddin'i ünlü Alamut kalesinde ele geçirerek bütün
taraftarlarını ortadan kaldırıp, İran'ın zaptını tamamlamıştır. Sonra, Bağdat'ı
ele geçiren Hülagu, Halife Müstasım ve aile fertlerini öldürmüş (1258). Halife
ailesinden kaçabilenlere sahip çıkan Memlûk Sultanı Baybars bunlardan birini
halife ilân ederek halifeliği Mısır'a taşımıştır. İlhanlılar'a karşı Memlûk,
Altınorda ve Anadolu Selçukluları arasında bir ittifak oluşturulmaya
çalışılmışsa da İlhanlıların Suriye, İran ve Anadolu'ya hâkimiyeti
önlenememiştir.
İlhanlı
hükümdarı Ahmet Teküdar (1282-1284), İslâmîyet'i kabul etmiş, Gazan Han
zamanında (1295-1304) ise İlhanlıların tamamı artık Müslüman olmuştur. Gazan Han
ile birlikte Türk ve İslâm karakteri İlhanlılarda bariz bir hâle gelmiştir.
Ancak Ebu Said Bahadır Han (1316-1335) dönemindeki iç çekişmeler devleti
yıpratmış ve ülkenin idaresi zamanla Azerbaycan'da Emir Çoban Oğulları ve
Bağdat'ta Şeyh Hasan olmak üzere başlıca iki ailenin eline geçmiştir. Bu arada
bir Uygur Türk'ü olan Eretna Bey Doğu Anadolu'da hâkimiyeti ele geçirerek,
hükümdarlığını ilân etmiştir (1343).
--------------------------------------------------------------------------------
Altın Orda
(1227-1502)
Altın Orda
Hanları, Cengiz Han'ın büyük oğlu Cuci neslindendir. Deşt-i Kıpçak'ın idaresini
üstlenen Cuci'nin 1227 yılında ölmesi üzerine, on sekiz oğlundan en büyüğü olan
Orda ile ikinci oğlu Batu, dedeleri Cengiz Han'ın yanına giderek han olmak
istemişlerdi. Cengiz Han, orda adı verilen iki karargâhtan (otağ), altın aksamlı
Ak-Orda'yı Batu'ya, gümüş aksamlı Gök-Orda'yı Orda'ya kurdurdu. Böylece ikinci
oğul Batu'yu, babası Cuci'den sonra hanlık makamı için tercih etmiş oluyordu.
Ak-orda veya Altın-orda adıyla Batu Han, Doğu Avrupa'ya kadar bütün Deşt-i
Kıpçak'ın hâkimi olurken, kendisine bağlanan ağabeyi Orda, Gök-orda adıyla,
İtil'den İrtiş'e kadar olan devletin doğudaki topraklarını yönetmekteydi.
Devletin Başkenti Saray şehri idi. Bu olaydan sonra Batu, Sayın Han; Orda ise
İçen Han lakapları ile anılacaklardır.
Batu'dan
sonra başa geçen kardeşi Berke, İslâmiyetî kabul eden ilk Altın-Orda hanıdır ve
devlet en parlak dönemini onunla yaşamıştır. (1256-1266). Özbek Han(1313-1340),
zamanında ise İslâmiyet resmî din olarak kabul edilmiş ve zaten ordu ve halkının
hemen tamamı Türk olan Altınorda Devleti tam bir Müslüman-Türk devleti
hüviyetine bürünmüştür. Aynı dönemde devletin doğu kanadı olan Gök-Orda sülâlesi
ortadan kaldırılarak devlet merkezileşmiştir. Fakat 1369 yılından sonra Cuci'nin
diğer oğulları; Toğay-Timur ve Şiban neslinden gelenler güç kazanmışlardır.
Toğay-Timur nesli, Altın-orda hanlık makamını ele geçirirken, Şiban neslinden
gelenler de Batı Sibirya'da hükümran olmuşlardır.
Toktamış Han
zamanında (1379-1396) Timur'un darbesi ile sarsılan Altın-Orda Devleti, Küçük
Muhammed Han zamanında (1427-1440 ); Altın-Orda devleti bölünmeye başlamış ve
nihayet, Şeyh Ahmet Han (1481-1502 ) ile birlikte devlet tamamen ortadan
kalkmıştır.
Altın-Orda
Devleti'nin zayıflayıp, yıkılmasıyla hâkim olduğu sahalarda yeni hanlıklar
kurulmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------
Kırım Hanlığı
(1441-1783)
Kırım ve
civarı, Batu Han'ın kardeşi Togay-Timur neslinden gelen beylerin idaresinde idi.
Timur'un Altın-Orda'yı parçalamasıyla Togay-Timur neslinden Hacı Giray Han,
adına para bastırarak(1441) hanlığı kurmuş ve Bahçesaray'ı başkent yapmıştır.
Hacı-Giray Han'ın 25 yıllık hâkimiyetinin ardından ölümüyle, oğulları arasında
taht kavgaları başlamış ve Nur Devlet ile Mengli Giray fetret devrinde
birbirleriyle mücadele etmişlerdir.
Kırım ileri
gelenleri bu mücadeleyi önlemek için Osmanlılardan yardım isteyince, Fatih,
Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanmayı Kırım'a göndermiş, Kefe ile Azak,
Ceneviz ve Venediklerden kurtarılmıştır.(1475) Mengli Giray 1478 yılında hanlığa
getirilerek Kırım Hanlığı Osmanlı himayesine alınmıştır. 300 yıl süren bu
beraberlik, 1783'de Kırım'ın Ruslar tarafından ilhak edilmesiyle son bulmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------
Ejderhan
Hanlığı (Astrahan veya Hacı Tarhan Hanlığı) (1466-1556)
Altın-Orda
hanlarından Küçük Muhammed'in torunu Kasım Han tarafından 1466 yılında
kurulmuştur. Adını başkentleri olan Hazar kıyısındaki Ejderhan'dan alır.
Don-itil-Kuban ırmakları arasındaki ticaretin yoğun olduğu bölgede kurulmasına
rağmen askerî ve siyasî güce sahip olamadıkları için hanlık 1556'da Rusya
tarafından işgal edilmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------
Kazan Hanlığı
(1437-1552)
Hanlık, Batu
Han'ın kardeşi Togay-Timur'un neslinden Uluğ-Muhammed tarafından kurulmuştur.
(1437). Hanlık, Kazan merkez olmak üzere, İtil Bulgar Devletinin de merkezi olan
Kazan şehri hanlığa ismini vermiştir. Mahmud Han (1445-1461)'dan sonra iç
çekişmeler ve Rus baskısının artması, hanlığın sonunu hazırlamıştır. 1521'de
kısa bir süre için Kırım Hanlığı'na bağlanan Kazan Hanlığı, Rus tehlikesine
karşı Osmanlılar tarafından himaye edilmişse de, IV. İvan, hanlığı 1552'de ele
geçirmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------
Kasım Hanlığı
(1445-1681)
Kazan
Hanlığı'nın kurucusu Uluğ Muhammed Han, 1445 tarihinde esir aldığı Rus knezini
bırakmak şartıyla Oka ırmağı üzerindeki Gorodets şehri ve etrafının, oğlu Kasım
Han'ın idaresinde bırakılmasını Ruslara kabul ettirmiş(1445), bu tarihten sonra
hanlık Kasım Han'ın adıyla anılmaya başlamıştır. Moskova Knezliği'ni kontrol
altında tutmak amacıyla Kazan Hanlığı'na Kasım Hanı Şah Ali'nin kardeşi Can Ali
getirilmiştir. Kasım Hanlığı da 1552 yılında bütünüyle Rus nüfuzu altına düşmüş,
ancak hanlık 1681 yılına kadar şeklen devam etmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------
Sibir Hanlığı
(Küçüm Hanlığı)
Altın-Orda
Devleti'nin parçalanmasından sonra kurulan Sibir Hanlığı'nın bilinen ilk
hükümdarı Mamık oğlu Tabuga'dır. Hanlık, bugünkü Moğolistan'ın kuzeyinden
Sibirya'ya kadar uzanan bir bölgeyi içine almakta, ahalisinin büyük çoğunluğu
Kırgız, Yakut ve Kıpçak Türklerinden oluşmaktaydı. Hanlığın merkezi önce Tümen
şehri ve sonra Sibir olmuştur. Hanlık, Rus ilerleyişi karşısında Yadigar Han
zamanında Çar İvân'ın hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştır (1555). Bunun
üzerine Altın-Orda hükümdarı Ahmed Han 'ın torunu Küçüm Han, Yadigar Hanı
yenerek Sibir Hanlığı'nın başına geçmiştir(1563). Bu sebeple hanlık, Küçüm
Hanlığı diye de bilinmektedir. Bölgede İslâmiyet'i yayan Küçüm Han, önceleri
Ruslara karşı başarılı olduysa da, âteşli silahlarla Sibir'e giren Rus
ordularını sürekli daha kalabalık ve âteşli silahlarla mücehhez kuvvetlerle
ileri hareketlerine devam eden Ruslar, Küçüm Han'ın ölümünden sonra (1598)
hanlığı ele geçirmişlerdir.
--------------------------------------------------------------------------------
Nogay Hanlığı
Hanlığa adını
veren Nogay, Altın-Orda Devleti'nin önemli komutanlarından biridir. 1259-1299
yılları arasında, devlet üzerinde söz sahibi olmuş olan Nogay, Altı-Orda Hanı
Tokta ile anlaşmazlığa düşmesi sebebiyle giriştiği mücadelede yenilerek
öldürülmüştür fakat emrinde bulunan ve onun adıyla anılan boylar, Altın-Orda'nın
parçalanması üzerine Nogay Hanlığı'nı kurmuşlardır. Hanlığın başkenti, Yayık
ırmağı deltasındaki Saraycık şehri idi. Ahalisi içerisinde, çoğunluğu oluşturan
Kırgız, Kıpçak Türkleri yanında Türkleşmiş Moğol kabilesi Mangıtlar da
bulunuyordu. Rusların Kazan Hanlığı'nı ele geçirmesiyle Nogaylar, bir kaç kısma
ayrılmışlardır. bunlardan bir kısmı Büyük Nogay Ordası adı altında Rus
hâkimiyetini tanımışlardır (1557). Dağınık olarak yaşayan diğer Nogayların
önemli bir kısmı daha sonra Anadolu'ya göç ederek burada yerleştirilmişlerdir.
--------------------------------------------------------------------------------
Çağataylılar
(1227 -1370)
Cengiz'in
ölümünden sonra oğlu Çağatay Han adına Beşbalıg'dan Ceyhun'a uzanan Türkistan'ın
tamamını içine alacak şekilde Çağatay Hanlığı kurulmuştur. Çağatay Hanlığı'nın
en parlak dönemi, otuz yıllık istikrarlı bir yönetim gösteren Duva Han (
1277-1307) dönemidir. Duva Han'dan sonra gelen hanlar döneminde yine devletin
kuruluşundan beri süregelen meseleler devam edecektir. Mübarek Şah (1251-1261)
Müslüman olan ilk Çağatay hanıdır. Kazan Timur Halilullah Han (1340- 1345)'dan
sonra Çağataylılar içinde Müslüman olmayan kalmayacaktır.
Başkentin
Maveraünnehir 'de Karşı şehrine nakledilmesinden sonra idarede İslâm tesiri
iyice artmıştır. Kazan Timur'un ölümünden sonra (1345) devletin dizginleri
emirlerin eline geçmiştir. Böylece merkezin gücü büsbütün zayıflamış, başta
Çağatay soyundan bir han bulunmakla beraber emirler bunları istedikleri gibi
yönlendirmişlerdir. Tuğluk-Timur Han'ın zamanında, hanlık bir ara kendini
toparlar gibi olmuşsa da bu durum Timur'un devletini kurmasına kadar (1370)
devam etmiştir . Türkistan' da konuşulan dil Çağatay Hanlığı ile ilgili olarak
Çağatay Türkçesi diye anılmaktadır.
--------------------------------------------------------------------------------
TİMUR
İMPARATORLUĞU
Babası Barlas
kabilesi lideri Turgay olan Timur, 1336'da Semerkant yakınlarında Keş (Yeşil
Şehir)'de doğmuştur. Timur'un ortaya çıktığı tarihlerde, Çağatay Hanlığı
sarsıntı geçirmekte idi. Otorite boşluğundan faydalanan, Cengiz hanedanından
olmayan emirler, Çağatay hanlığı içerisinde idareyi ele alarak nüfuzlarını
artırmaktaydı. Nitekim 1360 yılından itibaren adından söz edilmeye başlayan
Timur, önce Emir Hüseyin ile 1370 yılından itibaren de tek başına
Maveraünnehir'de hâkimiyet kurmuştur. Bu dönemde girdiği bir savaşta ayağının
sakat kalması sebebiyle tarihlerde Aksak Timur (Timurleng) diye anılacak olan
Timur, Cengiz soyundan gelmediği için emir unvanını kullanmıştır.
Emir Timur,
1370-1405 yılları arasında yaptığı seferlerle, Harezm, Doğu Türkistan, İran,
Azerbaycan, Hindistan Delhi Sultanlığı, Irak, Suriye, Altın Orda Hanlığı ve
Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu muazzam büyüklükteki topraklara hâkim
olmuştur. Onun fetihleri, sonuçları açısından, Türk Tarihini derinden
etkilemiştir. Meselâ, Altınorda Hanı Toktamış üzerine düzenlediği seferler
(1391/8) Altınorda Devleti'nin çöküşüne ve yerine bölge hanlıklarının
kurulmasına sebep olurken, Moskova Knezlerinin güçlenmesini de beraberinde
getirmiştir. Böylece, XVI. yüzyıldan itibaren Rusya'nın Kafkaslar ve Deşt-i
Kıpçak'a doğru yayılması söz konusu olacaktır.
Ancak
Timur'un Türkistan'a hâkim olması aynı zamanda Özbek, Kazak ve Türkmenlerin
günümüze kadar ulaşacak olan tarihlerinin de mihengi noktasını teşkil eder.
1398/99'da Hindistan Delhi Sultanlığına düzenlediği sefer de bölgedeki siyasî ve
kültürel yapının değişmesine sebep olmuştur. Ancak Timur'un 1402 Ankara Savaşı
ile Yıldırım Bayezid'i yenip, Anadolu'yu ele geçirmesi, Osmanlı tarihinde
unutulmaz bir yer tutar. Bu olayla, Anadolu'daki Türk birliği sarsılmış,
beylikler yeniden canlanmış ve "Fetret Devri" dediğimiz taht mücadeleleri
Osmanlı Ddevleti'nin yıpratmıştır. Ülkesindeki karışıklıklar sebebiyle
Anadolu'da fazla kalamayan Timur, Çin seferine giderken yolda hastalanarak
ölmüştür (1405). Timur'un ölümünden hemen sonra devlet oğlu ve torunları
arasında paylaşılmıştır. Buna göre; Torunu Muhammed başkent Semerkant' ta tahta
çıkarken, diğer torunları Pir Muhammed ile İskender İran' da, 3. oğlu Miranşah
Bağdat ve Azerbaycan'da, en küçük oğlu Şahruh ise Horasan'da yerleşmişlerdir.
Timurlular
adı verilen bunlar arasında Şahruh, Maveraünnehir bölgesini de ele geçirerek,
Herat şehri merkez olmak üzere devletini kurdu. Ardından İran ve Azerbaycan'ı da
hâkimiyetine alan Şahruh dönemi (1407-1447), Türkistan'da parlak bir kültür
hayatının başlangıcı olmuştur. Şahruh'un ölümü üzerine, tahta büyük bir alim ve
astronom olan oğlu Uluğ Beğ geçti. Onun iki yıllık saltanatı mücadeleler içinde
geçmiş ve oğlu tarafından öldürülünce ülke dahilinde büyük karışıklıklar
çıkmıştır. Nitekim Miranşah'ın torunu Ebu Said'in Akkoyunlu Uzun Hasan'a
yenilmesiyle (1469) Horasan'ın batısında kalan bütün topraklar Akkoyunluların
eline geçti. Timurlulardan yalnız Hüseyin Baykara (1469-1506) Horasan'da
tutunabilmiştir. Başkenti Herat, Türk tarihinde sayılı kültür merkezlerinden
biri oldu. Ünlü Türk şair ve ilim adamı Ali Şir Nevai burada yetişmiştir.
Baykara'nın oğlu Bediüzzaman'ın hükümdarlığı zamanında, Özbek hükümdarı, Şibani
Muhammed Han'ın başkent Herat'ı ele geçirmesi( 1507), Timurluların sonu oldu.
Timurlulardan Babür Türkistan'da başarılı olamayınca, Hindistan'a giderek (1519)
Türk-Hind İmparatorluğu'nu kurmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------
TİMUR DAN
SONRA ORTA ASYA
Özbek Hanlığı
(Şibaniler) (1428-1599)
Batu Han'ın
kardeşi Şiban soyundan gelen Ebulhayr Han devletin kurucusudur. Altınorda Hanı
Özbek Han'ın ahfadından oldukları için devlete onun ismini vermişlerdir.
Özbekler, 1428 yılında Ebulhayr'ı Sibir şehrinde han ilân etmişler ve
Timurluların içine düştüğü karışıklıklardan yararlanan Ebulhayr Han da, 1431'de
Gürgenç dahil olmak üzere Harezm'e, 1447'ye doğru da Seyhun dolaylarında Sığnak
şehrinden Özkent'e kadar olan bölgeye hâkim olmuştur. Ancak 1457'deki Moğol
kabilelerin saldırısı yeterli direnç gösterilmediği gerekçesiyle Özbeklerin bir
kısmı Ebulhayr'ın hâkimiyetini tanımayarak kuzeye göç etmişlerdir. Bunlar kendi
başlarına buyruk hareket ettiklerinden dolayı Kazak diye anılacaklardır.
Ebulhayr Han,
Çağataylılar'dan Yunus Han'a karşı giriştiği mücadeleyi kaybederek 1468 yılında
ölmüştür. Yerine geçen oğlu Şah-Budak Han ise Yunus Han ve Timurlulara karşı
ülkesini koruyamamıştır. Onun yerine geçen oğlu Muhammed Şibani Han, önce
Timurluların iç mücadelelerinden faydalanarak, Maverâün-nehr'i ele geçirmeyi
başardı (1500). Ardından Çağataylılar'ı yenerek Taşkent ve Sayram bölgelerini
(1503), Timurlular'ın elinden de Harezm, Belh ve Herat şehirlerini alarak
Türkistan'ın en büyük gücü haline gelmiştir. Ancak Şibani Han, Merv'de Safevi
Hükümdarı Şah İsmail ile yaptığı savaşı kaybederek öldü (1510).
Muhammed
Şibani Han'dan sonra büyük bir sarsıntı geçiren Özbek Hanlığı uzun bir süre iç
çekişmelerle istikrarsız bir dönem yaşamıştır. Muhammed Şibani Han'dan sonra
Özbeklerin en büyük hükümdarı olarak kabul edilen II. Abdullah Han zamanında
(1580-1598), hanlık eski gücüne kavuşmuştur. Fakat 1597 yılında Safevi Hükümdarı
Şah Abbas'a yenilmesi Özbek Hanlığı'nın parçalanmasına yol açmıştır. Sonuçta
Horasan Safevilere, Taşkent ve civarı Kırgızların eline geçti. Diğer bölgelerde
müstakil hanlıklar kuruldu.
--------------------------------------------------------------------------------
Diğer Özbek
Hanlıkları
Hive Hanlığı
(1512-1873)
Şibaniler
soyundan İl-Bars, Safevileri Harezm'den atmayı başararak, merkez Ürgenç şehri
olmak üzere Hive Hanlığı'nı kurdu (1512). Arab Muhammed Han zamanında
(1603-1623), hanlık merkezi kuraklık sebebiyle Hive şehrine nakledilmiştir.
Hanlık tarihinde iç çekişmeler, Özbek Hanlığı'na, Moğol Kalmuklar'a, Ruslar'a ve
İran'a karşı mücadeleler eksik olmamıştır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru,
Amu-derya'nın yatağını değiştirerek, Hazar Denizi yerine Aral gölüne dökülmeye
başlaması, bölgede ziraî ve iktisadî hayatın büyük ölçüde gerilemesine sebep
olmuştur. Hanlık, Afşar hanedanından Nadir Şah'ın Hive'yi ele geçirmesinden
sonra (1740) kısa bir süre İran'a bağlı kaldı. Deli Petro zamanından beri Orta
Asya'da gözü olan Ruslar, hileyle önce Hazar kıyılarında üs oluşturup ardından
1873 yılında Hive'ye saldırdılar ve hanlığı ele geçirdiler. Son Hive hanının
Kızılordu tarafından tahtan uzaklaştırılmasına kadar ( 1920) şeklen de olsa Hive
Hanlığı varlığını korudu.
Hive
Hanlarından Ebul Gazi Bahadır Han (1643-1665), "Şecere-i Terakime" ve "Şecere-i
Türkî" adlı eserleriyle Türk tarih ve kültürüne büyük bir hizmette bulunmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------
Buhara
Hanlığı (1599 -1868)
II. Abdullah
Han'ın ölümü üzerine (1598) baş gösteren iç çekişmeler ve taht kavgaları Özbek
Hanlığı'nın parçalanmasına yol açmıştı. Halkın ileri gelenlerinin teklifi ile
Astrahanlı Yar Muhammed'in oğlu Baki Muhammed hanlığa getirildi (1599). Böylece
Buhara'da Şibani hanedanı yerine Astrahanlılar hanedanı başlamış oluyordu. Bu
hanedanın Canıbeg kolu, İran hükümdarı Nadir Şah'ın Buharayı işgaline kadar
devam etmiştir. Diğer kolu olan Mangıt Hanedanı ise 1753 yılında Muhammed Rahim
Atalık'ın hâkimiyeti ele geçirmesiyle başlayıp, 1920 yılına kadar devam eder.
Buhara ve Hive Hanlıkları, İran ve Ruslara karşı Osmanlılar ile iyi ilişkiler
kurmuşlardır. Ancak mesafenin uzaklığı daha sıkı ilişkileri engellemiştir. 1868
yılında Rus hâkimiyetine düşen hanlık, 1920 yılında yeni Sovyet yönetimi
tarafından ortadan kaldırılmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
Hokand
Hanlığı (1710-1876)
Hive ve
Buhara Hanlıkları arasındaki mücadelelerden bıkan bir kısım halkı etrafına
toplayan Şibani soyundan gelen Şahruh, Fergana'da Hokand merkez olmak üzere
bağımsız bir hanlık kurmayı başarmıştır (1710). Bir ara Çin hâkimiyetini tanımak
zorunda kalan hanlık, 1876 yılında Ruslar tarafından ortadan kaldırılmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
Yaka
Türkmenleri (Türkmenistan)
Büyük
Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra Türkmenlerin bir kısmı Mangışlak,
Maveraünnehir ve Horasan'da kalmışlardı. Bu bölgede diğer Türk boyları ile
birlikte önce Moğol, sonra da Timurlular hâkimiyetinde varlıklarını
sürdürmüşlerdir. 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra Moğol asıllı Kalmukların
saldırılarına maruz kalmışlardır. Fakat bulundukları bölgelerin istilâlara karşı
daha korunaklı olması ve boylar hâlinde yaşamaları sebebiyle Türkmenler genelde
müstakil bir hayat sürmüşlerdi. Kopet Dağı çevresinde Yamud, İmralı gibi Türkmen
boyları ile bir araya gelerek güçlendiler. 1835'den itibaren İran ve Hive
Hanlığı baskısıyla Merv bölgesine doğru yayıldılar. Burada 1855'te Hive Hanlığı,
1860'ta da İranlıların saldırılarını savuşturarak istiklâllerini korudular. Bu
dönemde başlarında Kuşid Han bulunuyordu . Türkistan'daki Rus ilerleyişi
karşısında büyük direniş gösteren Türkmenler, 1879'da Göktepe'de Rusları ağır
yenilgiye bir uğratmışlardır. Daha sonra aynı mevkide yapılan savaşlarda verilen
kayıplar ve uğradıkları katliamlar sonucunda, Rus hâkimiyetini tanımak zorunda
kalmışlardır(1884). Çarlık döneminde Türkmenler, ağır baskılara maruz
kalmışlardır. Bu baskılar Sovyetler döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde
Hazar kıyılarından Merv bölgesine kadar uzanan bölgelerde Türkmenistan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti adıyla sözde bir devlet kurulmuştur. Bu devlet 1991
yılında bağımsızlığını ilân ederek Türkmenistan Cumhuriyeti adını almıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
Azerbaycan
Hanlıkları
Azerbaycan
yani "odlar/ateş ülkesi" tıpkı Anadolu gibi çok eski devirlerden itibaren Türk
akınlarına sahne olmuş ancak, bölgenin Türkleşmesi XI. yüzyıldaki Selçuklu çağı
Oğuz-Türkmen yerleşmeleriyle gerçekleşmiştir. Moğol ve Timur idaresinden sonra
bölgede Karakoyunlu ve Akkoyunlular Türkmenleri hâkimiyet kurmuştur. Daha sonra
kurulan Safevi Devleti ile Osmanlılar arasında sürekli mücadelelere sahne olan
Azerbaycan, Nadir Şah'ın ölümünden sonra (1747) küçük hanlıklara bölünmüştür.
Bölgede güçlenen Ruslar, önce Azerbaycan'ın iç işlerine karışmaya başladılar.
Ardından Kuzey Azerbaycan'da yarım asır kadar birbirleri ile mücadele eden
hanlıkları, birebir hâkimiyetlerine almışlardır. Böylece 1805'de Gence Hanlığı (
Ziyadoğulları), 1806'da Kuba ve Bakü Hanlıkları, 1815'te Şeki Hanlığı (Hacı
Çelebi oğulları) ve 1822'de Karabağ Hanlığı (Cevanşir Beyleri) Ruslar tarafından
ele geçirildi. Rus ilerleyişi karşısında harekete geçen, İranlılar, Ruslara
peşpeşe yenilerek Gülistan ve ardından 1828 Türkmençay Andlaşması'nı imzalamak
zorunda kaldılar. Bu anlaşmayla Azerbaycan, Aras sınır olmak üzere kuzey ve
güney diye fiilen bölünmüş, Kuzey Azerbaycan'ı Ruslar işgal ederken, Güney
Azerbaycan İran'da kalmıştır. Güney Azerbaycan'da Hoy ve Tebriz'de Dünbüllü
Hanları, Erdebil'de Şeyhler gibi hanlıklar hüküm sürdüler. Bolşevik İhtilâli
üzerine Rus ordularının Kafkaslardan çekilmesi ardından Azerbaycan Türkleri, 28
Mayıs 1918'de bağımsızlıklarını ilân ettiler. Bunda Nuri Paşa komutasındaki bir
Osmanlı birliğinin Bakü'ye girmesi etkili olmuştur.
İlk bağımsız
Azerbaycan Cumhuriyeti, 27 Nisan 1920 yılındaki kanlı Kızıl Ordu işgaline kadar
yaşamıştır. Sovyetler döneminde Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
1991 yılında ise bu devlet Azerbaycan Cumhuriyeti olarak bağımsız bir Türk
devleti hâline geldi.
--------------------------------------------------------------------------------
Kazak Hanlığı
ve Yüzler (Cüzler)
Ebulhayr Han
idaresindeki Özbekler, Moğol kabilelerinin saldırısı ile büyük kayıplar
vermişlerdi. Özbek uruğları arasında iç çekişmeler başlaması üzerine bunlardan
bir kısmı hanlıktan ayrılarak kuzeye göç ettiler (1457). Daha başka Türk
unsurların katılması ile güçlenen bu topluluklar, kendi başlarına buyruk hareket
ettiklerinden dolayı Kazak diye bilineceklerdir. Kazaklar bundan sonra Cuci
soyundan değişik hanlar idaresinde siyasî bir birlik hâlinde yaşamışlardır.
Kasım Han XVI. yüzyılın başlarında Kazakların tamamını hâkimiyeti altında
birleştirmeyi başarmıştır. 17. yüzyıl başlarında Tevkel Han zamanında güçlerini
daha da artıran Kazaklar, Maveraünnehir'e başarılı bir sefer düzenlemişlerdir.
Bu dönemde Kazaklar, üç orda hâlinde (cüz = yüz) teşkilâtlandırılmışlardır.
Bunlar Büyük Orda (Ulu Cüz) doğu da, Küçük Orda (Kiçi-Cüz) batıda, Orta-Orda
(Orta-Cüz) ise Taşkent merkez olmak üzere ortada bulunuyordu.
18.
yüzyıldaki Kalmuk istilâsı, Özbeklerin kuzeyindeki Kazakları perişan etmiş ve
cüzlerin birbirinden kopmasına yol açmıştır. Ruslar, Kalmuklar ile Kazakları
birbirine kışkırtarak, onları iyice zayıflatmıştır. Kazak ordalarından Küçük
Orda Hanı Ebulhayr'ın, yardım alma ümidiyle Ruslara taviz vermesi, Kazakların
Rus hâkimiyetine düşmüşlerine sebep olmuştur (1731).
Geri kalan
Kazaklar, Kırgızlar ile birlikte Buhara, Hive ve Hokand Hanlığı etrafında
toplanarak Ruslar'la mücadele etmişlerdir. Rus zulmüne karşı Kazak Türkleri pek
çok defa isyan etmişlerdir . Bunlardan 1783'te Sırım Batur önderliğinde Doğu
Kazakistan 'da baş gösteren ayaklanma 15 yıl sürmüştür. 19. yüzyılın ikinci
yarısında Ruslar, Kazakların siyasî birliğine son vermişlerdir. Sovyetler
döneminde de Kazaklara karşı baskılar ve asimilasyon devam etmiştir
--------------------------------------------------------------------------------
Kırgızlar
840'ta
Orhun-Yenisey'deki Uygurları yıkan Kırgızlar önce Karahıtay ve ardından da
13.yüzyılda Moğolların hâkimiyetinde yaşamışlardır. Timurlular dönemine ait
haklarında bir bilgi bulunmamaktadır. 16 yüzyılda ise başlarında Cengiz soyundan
Halil Sultan'ın bulunduğu bilinmektedir. Kırgızların kâvmî teşkilâtı, bugünkü
şeklini 17. yüzyılda almıştır. Bu dönemde Kırgızlar, Sağ ve Sol olmak üzere iki
kola ayrılmışlardı. Kırgızlar, Sayan bölgesinde oturdukları eski zamana ait uruğ
(kabile) adlarını korumakla beraber diğer Türk toplulukları ile de
kaynaşmışlardır. Meselâ bunlardan, devlet tecrübesi olmayan bazı Altay ve
Yenisey Türkleri. Kalmuklar ile karışarak Oyrat adıyla anılmışlardır. Umumiyetle
Kazak hanlarının hâkimiyetleri altında yaşayan Kırgızlar, onlarla birlikte, 17.
yüzyılın sonlarında Moğol asıllı Kalmuklara karşı savaşmışlardır. Kalmuklar ile
olan savaş, dünyanın en uzun lirik destanı olan Kırgızların millî destanları
Manas'ın oluşmasını sağlamıştır..
Hokand
Hanlığı'nın kuruluşunda Özbekler yanında Kırgız ve Kazaklar da yer almıştır
(1710). Orta Asya'da Kalmuk istilâsı Kazak ve Kırgızları yıpratmış, Rusya ve Çin
bundan faydalanarak onları boyunduruk altına almaya çalışmıştır. Sovyet
döneminde Bişkek merkez olmak üzere Karakol bölgesi, Fergana ve Hokand'ın bazı
bölgeleri ile Oş ve Pamir'in kuzeyini içine alacak şekilde Kırgızistan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu devlet 1991 yılında diğer Türk
Cumhuriyetleri ile birlikte bağımsızlığını ilân ederek Kırgızistan Cumhuriyeti
hâlini almıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
Doğu
Türkistan (Kaşgar Hanlığı)
Uygur ve
Karahanlıların üzerinde kurulduğu Isık göl, İli Havzası ve Doğu Türkistan'ın bir
bölümü Çağatay Hanlığı'nın çöküşünden sonra, Duğlat emirlerinin hâkimiyetine
girmişti. Timur'dan sonra kendini toparlayan hanlığın idarecileri, putperest
Kalmuk, Oyrat gibi kabilelere karşı cihat eden Müslüman kimselerdi. Bunlardan
biri Veys Han'dır (1418-1428). Yerine geçen oğlu Esen-Buğa (1429 -1462),
Timurlular ile mücadele etmiştir. 17 yüzyılda bu bölgelerde Hoca adı verilen
yerli kişiler hâkim idi. Mançu Sülâlesi boyunca (1644-1911) Çin'e bağlanan bölge
halkı daha sonra sık sık Çin'e karşı ayaklanmıştır. Bunlar'dan 1866 yılında
başlayan, Yakub Bey (Atalık Gazi) tarafından idare edilen ayaklanma önemlidir.
Türkistan'ın istiklâlini amaç edinen Atalık Gazi, kendini Kaşgar Hanı ilân
ederek önemli başarılardan sonra müstâkil hale gelmiştir (1874). Fakat Çin,Rus
ve İngiliz kıskacına giren Atalık Gazi, çareyi İstanbul'a elçiler göndererek
(1870) Sultan Abdulaziz'e tâbi olmakta bulmuştur.. Osmanlılar karşılık olarak, o
dönemde içinde bulundukları güç şartlardan dolayı silâh ve iktisadî öğretmenler
göndermekten başka yardım yapamamışlardır. Atalık Gazi'nin ölümünden sonra
ülkesi Çinliler tarafından tekrar işgal edilecektir (1877).
--------------------------------------------------------------------------------
Safeviler
(1502-1732 )
Devlet, adını
Erdebilli (İran) Şeyh Safiyüddin (ölm. 1334)' tarafından kurulmuş olan Safeviyye
Tarikatı'ndan almıştır. Şah İsmail, Akkoyunluların içinde bulunduğu kargaşadan
faydalanarak, gerek Akkoyunlu ve gerekse Karakoyunlulardan dağınık Türkmen
zümrelerini, propaganda ettiği dinî heyecanın katkısı ile bir araya getirmeyi
başarmıştır. Şah İsmail, çoğunluğu Anadolu'dan gitme Rumlu, Şamlu, Tekelü,
Ustacalu, Dulkadirli, Afşar, Kaçar, Bayburtlu, Varsaklar gibi Türkmen
aşiretlerinin de desteği ile Tebriz' i zapt ederek Safevi Devleti'ni kurdu
(1502).
Akkoyunlular'dan Azebaycan'ı alan Şah İsmail, 1509'da Bağdat'ı ele geçirdi. 1510
yılında Özbek Hanı Şibani'yi Merv yakınlarında ağır bir yenilgiye uğratarak
sınırlarını Ceyhun nehrine kadar genişletti. Anadolu'da Şiî propagandasını
gittikçe artırması, Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim'i harekete geçirdi.
1514 yılında Çaldıran'da yapılan savaşı kaybeden Şah İsmail, ölümüne kadar
(1524) bir daha toparlanamadı. Yerine geçen Şah Tahmasb (1524 -1576), saltanatı
süresince doğuda Özbekler, batıda da Osmanlılar ile mücadele etti. Onun ölümü
ile bir süre devam eden karışıklıklardan sonra hükümdar olan I.Abbas dönemi
(1587-1628) Safevilerin en parlak dönemidir. Özbeklere ve Osmanlılara karşı
başarılar yanında pek çok alanda ilerlemeler kaydedilmiştir. Daha sonraki
dönemler Osmanlılarla uzun süren mücadeleler, taht kavgaları ve iç çekişmelerle
geçmiştir.
1732 yılında
Afşarlar'dan olan Nadir Şah'ın iktidarı ele geçirmesiyle İran'da Safevi Hanedanı
yıkılmış Afşar Hanedanı başlamıştır. Nadir Şah, doğuda Türkistan ve Hindistan'da
büyük fetihler yapmıştır. 1779 yılında kurulan Kaçar Hanedanı ile İran'da Türk
hâkimiyeti 1925 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------
Hindistan
Türk Sultanlıkları-Babürlüler
Gur
Devleti'nin Kuzey Hindistan'daki Valisi Kutbiddin Aybeg tarafından kurulmuştur
(1206). Lahor ve Pencap'ı da ülkesine katan Aybeg'in 1210'da ölmesi üzerine,
oğlu olmadığı için yerine damadı Şemsüddin İl-Tutmuş, bütün Kuzey Hindistan'ı
elinde toplayarak Şemsiyye Hanedanı'nı kurdu (1211 -1266).
İl-Tutmuş
zamanında devleti Delhi başkent olmak üzere, Pencap, Multan, Lahor yanında
kuzeyde Gazne'ye kadar uzanan bölgeleri içine alıyordu. İl-Tutmuş, Harezmşahlara
karşı ülkesini korumuş, Moğolların önünden kaçan kalabalık Türk kitlelerini
kabul ederek Hindistan'ın kuzeyinde Türk kültürünün gelişmesini sağlamıştır .
Halife tarafından Hindistan Sultanı olarak tanınan İl-Tutmuş, 1236 yılında
ölmüştür.Daha sonra kurulan Balaban Hanedanı döneminde (1266-1290), Moğol
saldırıları durdurulmuş , ülke imar edilmeye çalışılmıştır. Kalaç Türklerinin
Başbuğu Celaleddin Firuz'un iktidarı ele geçirmesiyle başlayan Kalaç Hanedanı
döneminde (1290-1320) Moğollar akınları püskürtülüp, yeni fetihler
gerçekleştirilmiştir.
Kalaçlardan
sonra Gıyaseddin Tuğluk tarafından kurulan Tuğluk Hanedanı bir asra yakın
hâkimiyet sürmüştür (1321-1413). Türkistan'da Timur hâkimiyeti Hindistana Türk
göçünün kesilmesine sebep olmuştu. Bundan dolayı devlet içerisinde yerli
güçlerin ağırlığının artmaya başlaması üzerine Timur, Hindistan'a sefer yapmaya
karar verdi.
Timur 1398
yılındaki bu seferiyle Hindistan'da zayıflayan İslâm'ı güçlendirmek istiyordu.
Fakat Tuğluklulara ağır bir darbe indirmekle bağımsız devletçiklerin artmasına
zemin hazırlamıştır. Nihayet Delhi'de idarenin Afganlıların (Seyyid Ailesi)
eline geçmesi ile Tuğluk Hanedanı sona ermiştir (1414).
Hind-Türk
İmparatorluğu olarak da bilinen Babürlüler Devleti'nin kurucusu, Timurlular'dan
Fergana Beyi Ömer Şeyh Mirza'nın oğlu Zahüriddin Babür'dür. Renkli bir kişiliğe
sahip olan Babür, Türkçe yazdığı Vekayi adlı hatıratında, kendinin ve
askerlerinin Türk olması ile iftihar etmesine rağmen, kurduğu devleti batılı
tarihçiler tarafından yanlış ve kasıtlı olarak Moğol devleti olarak
adlandırılmaktadır. Babür, 1501 yılında Semerkant'ı ele geçirmesine rağmen,
Özbekler karşısında tutunamayarak 1519 yılında Hindistan'a gelir. Delhi Sultanı
Afganlı Lûdi hükümdarı ile uzun mücadelelerden sonra, Pencap'ın önemli şehirleri
yanında Delhi ve Agra'yı da alarak devletini kurmuştur (1526). Afgan emirlerini,
Hindu prenslerini ve yerel hâkimleri mağlûp eden Babür, Müslüman olmayanlara
karşı başarılarından dolayı Gazi unvanını almıştır (1527). Bir yıl sonra
hâkimiyetini Bengal'e kadar uzatan Babür, 1530 yılında başkent Agra'da ölmüştür.
Babür'den sonra yerine geçen oğlu Hümayun , Hindistan' da önemli fetihlerde
bulunmasına rağmen kardeşleriyle giriştiği iktidar mücadelesini kaybederek
Safevilere sığınmıştır (1540). Ancak bir müddet sonra Delhi'yi geri alarak
tekrar hâkimiyet kurmayı başarır (1555).
Onun yerine
geçen oğlu Ekber dönemi (1556-1605) devletin en parlak dönemidir. Ekber yaptığı
fetihlerle Hindistan Yarımadası'nın büyük bir bölümünü hâkimiyeti altında
birleştirdi. Aynı zamanda din, kültür, iktisat alanlarında büyük gelişmeler
kaydedildi. Dış işlerine de önem verilerek, Safeviler, Özbekler, Osmanlılar ve
Portekizliler ile münasebetler kurulmuştur. Oğlu Cihangir döneminde (1605-1627),
İngilizler Hindistanda yer edinmeye başlamışlardır. Daha sonra gelen Şah Cihan
dönemi (1628-1658) mimarî, sanat ve siyaset alanlarında parlak bir dönemdir.
Osmanlılar ile kurulan yakın münasebetler sonucunda, dünyanın en güzel mimarî
eserlerinden sayılan Tâc-Mahal Türbesi'nin inşasında Osmanlı mimarları da görev
almıştır. Kardeşleri ile yaptığı mücadeleyi kazanarak tahta geçen Alemgir
döneminde (1658-1707), başarılı bir siyasî dönem geçirilmiştir. Ancak ondan
sonra Babürlülerin durumu bozulmuştur.
İç
çekişmeler, taht kavgaları, ayaklanmalar birbirini izlemiştir. 1723 yılında
devlet, Delhi ve Haydarabad olmak üzere ikiye ayrılmıştır. 1739 yılında İran
hükümdarı Nadir Şah'ın Kuzey Hindistan ve Delhi'yi ele geçirmesinin ardından
batılıların ülke üzerindeki baskıları artmaya başladı . 1766 yılında yapılan
Allahabad Antlaşması ile idarî hâkimiyet İngilizlerin eline geçti. Nihayet, 1858
yılında Hindistan'ın İngiltere'ye bağlanmasının ardından 1877'de Kraliçe
Victoria, resmen Hindistan İmparatoriçesi ilân edildi.
HARZEMŞAHLAR
(1097-1231)
Ceyhun
ırmağının Aral gölüne döküldüğü yerin güney kesimleri Harezm (Harzem) adıyla
anılır. Öteden beri burada hüküm sürenlere Harzemşah (Harezmşah) denilmiştir
.Harzemşahlar sülâlesinin atası Anuş-Tegin isminde, Begdili Türk zümresine
mensup bir kişidir. Anuş- tegin Selçuklu Sultanı Melikşah'ın saray hizmetinde
bulunuyordu. Oğlu Kudbeddin Muhammed, Selçuklulara bağlı kalarak, Harzemşah
unvanı ile bu bölgenin valiliğini üstlenmiştir (1097-1128). Daha sonra başa
geçen Atsız ve İl-Arslan devirlerinde hem Irak Selçukluları hem de
Kara-Hıtaylarla mücadele edildi. Nitekim İl-Arslan, Sultan Sencer'in ölümü
üzerine bağımsızlığını ilân etti (1157).
Harzemşahların en büyük hükümdarı Alaaddin Tekiş'tir (1172 -1200). Tekiş, önce
Kara-Hıtaylar'ı, ardından son Selçuklu Hükümdarı II. Tuğrul'u yendi.
Harzemşahlar kısa sürede sınırlarını Doğu Anadolu'dan Maverâünnehir'e kadar
genişlettiler. Âdeta Selçuklu devletinin vârisi oldular. Karahanlı ve Kara-hıtay
devletlerine son verdiler. Ancak bu parlak dönem uzun sürmedi. 1220'de bütün
ülke Cengiz Moğolları'nın istilâsına uğradı. Celâleddin Harzemşah devleti
yeniden toparlamak için uğraştıysa da başarılı olamadı. Ölümü üzerine
Harzemşahlar Devleti tamamen ortadan kalktı (1231).
EYYUBİLER
(1171-1348)
Haleb Atabeyi
Nureddin Mahmut'un komutanlarından Selâhaddin, Haçlılarla işbirliği yapmakla
Mısır'daki Fatımî devletine son vermişti (1171). Burada güçlü bir idare kuran
Selahaddin, Nurettin Mahmut'un ölümünden sonra bağımsızlığını ilân etti (1174).
Kurduğu devlet babasının adından dolayı Eyyûbîler olarak bilinir.
Selahattin
Eyyûbî, emrinde bulunan Türk askerleriyle beraber Haçlılara karşı çetin
mücadeleler verdi. Ünlü Hıttîn savaşı ile Haçlıları Kudüs'ten çıkardı ve İslâm
dünyasında bir efsane hâline geldi (1187). Nitekim bir Arap şairi Selahattin
Eyyûbî'nin Halep'i de alması üzerine "Arap milleti, Türklerin devletiyle
yüceldi. Ehl-i Salib (Haçlılar) davası Eyyûb'un oğlu tarafından perişan edildi"
demiştir.
Eyyûbî
Devleti'nin sınırları kısa sürede Mısır, Suriye, Güneydoğu Anadolu ve
Arabistan'ın güneyine kadar genişledi. Ancak Selahattin Eyyûbî'nin ölümü üzerine
devlet hanedan üyeleri tarafından paylaşıldı(1193). Mısır'daki asıl kol, ordu
komutanlarından Aybeg tarafından yıkıldı ve yerine Memlûkler devleti kuruldu
(1250). Hama kolu ise 1348'e kadar varlığını devam ettirmiştir.
MEMLÜKLER
(1250-1517)
Memlûk kelime
manasıyla beyaz köle demektir.
Ancak bu söz zamanla bir terimi ifade eder olmuştur. Savaş esiri veya satın
alınanların oluşturduğu hükümdarın muhafız birliklerine bu isim verilmiştir. İlk
defa Abbasi halifeleri Türk asıllı Memlûkleri kullanmış, zamanla bunlar
güçlenerek kendi devletlerini kurmuşlardır. Mısır'da kurulan Tolunoğulları ve
Ihşidîler böyle ortaya çıkmışlardır.
İşte Mısır' da kurulan Memlûk Devleti'nin kurucusu İzzettin Aybeg de, Memlûk adı
verilen askerî komutanlardan biriydi. Eyyûbîlerin son hükümdarı ölünce tahta,
karısı Şecerüddür geçmişti. Ancak bu durum hoş karşılanmadığından komutanlardan
İzzettin Aybeg ile evlendi. Ordu, İzzettin Aybeg'i sultan ilân etti. Böylece
Eyyûbî hanedanına son verilmiş oluyordu (1250).Memlûkler, Haçlıları ve o zamana
kadar yenilemeyen Moğolları durdurarak İslâm dünyasının koruyuculuğunu
üstlenmişlerdir. Aybeg'den sonra tahta çıkan Kotuz, Moğol-Ermeni ve Haçlı
müttefik ordusunu Ayn-Câllûd Savaşı'nda bozguna uğratmıştır(1260). Bir Kıpçak
Türk'ü olan Baybars, Suriye'yi Haçlılardan kurtarmış, Moğollara karşı başarılar
kazanmıştır. Moğolların Abbasi halifesini öldürmesi üzerine, aynı aileden birini
halife ilân ederek , halifeliği Mısır'a taşımıştır. Döneminin en güçlü devleti
hâline gelen Memlûklar arasında zamanla iç çekişmeler başlamış ve bu durumdan
faydalanan Çerkes kölemenleri devleti ele geçirmiştir (1382). Nitekim Yavuz
Sultan Selim, Mısır'ı alarak bu devletin varlığına son vermiştir (1517).
Tolunoğulları (875-905)
Abbasi Halifeliği sınırları içerisinde kurulan müstakil ilk Türk devletinin
kurucusu Tolunoğlu Ahmet'tir. Oğuz Türklerinden olan Tolun, Halife Mu'tasım
zamanında cesareti ve bilgisi ile ün yapmış bir kişiydi.
Aynı şekilde cesur ve kültürlü olan oğlu Ahmet, ordu komutanı iken, Mısır'a vali
tayin edilmişti. Ahmed Mısır'ı başarıyla yönetmiş ve kuvvetli bir ordu kurmuştu.
Bağdat ile arası açılınca bağımsızlığını ilân etti (875-884). Mısır maliyesini
düzeltip, halkı darlıktan kurtardığı için oldukça seviliyordu. Kısa zamanda
Suriye ve Çukurova yöresini ele geçirdi. Ahmet'ten sonra yerine geçen oğlu
Humâreveyh zamanında devletin sınırları Toroslara ve Irak'a kadar genişledi.
Ancak onun yerine geçenler devleti koruyamadılar. Nihayet 905 yılında Abbasi
kuvvetleri Mısır'a girerek Tolunoğullarına son verdiler.
Ihşîdiler (935-969)
Mısır'da kurulan ikinci Türk devletidir. Devletin kurucusu Maverâünnehir Türk
beyleri sülalesinden olan Muhammed Ebubekir adında bir komutandır. Babası Toğaç,
Tolunoğullarının hizmetinde bulunmuştur. Mısır valisi iken bağımsızlığını ilân