KADINLARIMIZ
Türk kadınının başaramayacağı, üstesinden gelemeyeceği hiçbir iş yok. Bilirsiniz, Anadolu'da, Trakya'da erkekleri kahvede gün geçirirken onlar rençberlik ederlerdi, yine de öyledir çoğu köylerde. Aslında öteden beri kadın konusunda bizim içine düştüğümüz bir tezat var. Hem "Kadın narindir, naziktir ağır işlere gelemez, bu babda erkeklerle boy ölçüşemez" denilir, hem de en ağır işçiliği onlar yüklenir.
Gezip gördüğüm ülkelerde özellikle Orta Asya cumhuriyetlerinde ve Rusya'da kadınlar garsonluktan, rençberliğe, yol işçiliğinden, makina tamirciliğine kadar bizim erkeklere yakışır sandığımız birçok işi görüyorlardı. Hele Özbekistan'da Sovyetler Birliği'nin yeni dağıldığı günlerde otel duvarlarını boyayan boyacı kadınlarla, buldozer, kepçe kullanan kadınlara rastladığımda pek şaşırmıştım.
Türk kadınını şimdiye kadar erkeklerin yürüttüğü birçok meslekte görebilirsiniz. Benim oturduğumu sitede esnaflık yapan kadınların sayısı yabana atılamaz. Manavı, manifaturacısı pastacısı hep kadın. Muhtarı, veterineri, berberi kadın. Siyasi parti teşkilatlarının en çilekeş hizmetlileri yine kadın. Bakıyorum, üst kademeden bir ziyaretçi geldi mi, işin tantanasını, yorgunluğunu yine kadınlar üstleniyor.
Hoşuma da gidiyor doğrusu, kadınlar iç kabuklarını kırıp, dışa dönüyorlar, her konuyu konuşuyor, hüküm verebiliyorlar. Artık gün toplantıları dedikodu safhasını aşmış, piyasanın durumu, eğitim, ahlak, politika konuşuluyor. Uzun süren gün toplantılarına katılmasam da bir kahve içimlik ev gezmelerinde bu değişimi farkedebiliyorum. Şunu unutmamalıyız, toplumu kadın erkek beraberce onarıyoruz; yarınları hazırlayış böyle bir ortaklıktan doğuyor. Toplum kadınlara kapıları açtıkça, kadın üretkenliğini kazanıyor, sesini duyuruyor, varlığını ortaya koyuyor. Bakın birçok kadın yazarımız var artık, üstelik her kesimden. Varoşların bile gecekondudan yetişme bir kadın yazarı var. Sanırım hepsi kadının sesini duyurmak, kendi kesiminin yaşayışını, meselelerini kendi tecrübelerini aktarmak üzere yazıyorlar. Tabii bunlardan kaçı geleceğe kalacak, onu bilemem, ama en azından yaşadıkları güne kalemleriyle, gözlemleriyle tanıklık ediyorlar, bu da bir iş.
Türk kadını üretken, hele hele el işlerinde hayli hünerli. Geçenlerde sırf bu yeteneklerin ürünlerini sergilemek üzere galeri açan sevgili Güler Erkan bu işlerin en yakın tanığı; bir çok hanıma hocalık, ustalık, kılavuzluk ediyor. Hat, tezhip, dantel, oya, sim bir yana, kadınlarımız şu bildiğimiz ve sürekli attığımız naylonlarla bile olağanüstü işler yapıyorlar. Güler Erkan Hocaya takdirlerimi yolluyorum, galerisi bir mektep olma özelliğini taşıyacak.
Bu sanat hevesi sanırım toplumumuza giderek yayılacak, yayılmalı da… Bakın bütün zenginliğini turizme borçlu olan Tunus'ta insanlar mahalle mahalle seramik yapıyorlar, hayatlarının içi dışı seramik. Alıcısı bol, pazarı işlek. Ürünlerinin bizim seramiklerinden hiçbir üstünlüğü yok. Böyleyken çizgiyi tutturmuşlar. Bizim de çinilerimizin, mermer işlerimizin lüle taşlarımızın el emeği, göz nuru işte bu kar çiçeği güzellikleri artık katılmalı diye düşünüyorum.
Bütün bu işler güzel ama, evlerde heba olup giden bir enerji var ki, işte ona yazık oluyor. Bunlar üniversite mezunu, bir işte çalışmayıp ev kadınlığıyla hayatlarını sürdürenler… Bir bölümü de genç sayılabilecek yaşta emekli olup eve kapanan kadınlar. Çekmece düzeltmekle vakit geçiriyor, bilgilerini sarfedecek bir ortam, bir kanal bulamıyor, sonuç olarak bunalıma giriyorlar. Mesela yazmak isteyip de yazamayanlar, yazmaya imkan bulamıyanlar, konuşmak isteyip de konuşamayanlar var. Yanlışları, doğruları dile getirmek arzusunda olanlar…
Bazen böylelerinden yakınma dolu mektuplar alıyorum. Bir yol, bir çıkış kapısı arıyorlar; bir ferahlık penceresi, bir ışık huzmesi… Ayın ilk haftasında eriyip giden emekli maaşlarını aşmak istiyorlar. Ama nasıl? Nasıl olacak?
Sağlıklı bir toplum için işte bu değerleri gün ışığına çıkarmak, onları kendilerinden yararlanacağımız bir noktaya getirmek gerek… Tabii bu biraz da insanın kendi elinde.
Sevinç Çokum
Türkiye Gazetesi, 21 Mayıs 1998