TÜRKİYE GELECEĞE GÜVENLE BAKMAKTADIR

            Coğrafi anlamda, Türkiye hem bir Avrupa, hem de Asya ülkesi olarak değerlendirilebilir. Her iki kıta arasında ilginç bir geçiş ülkesidir. Yakın doğudaki en büyük ve en kalabalık nüfusa sahip ülkedir.

İran, Irak, Suriye, Kafkasya’daki Müslüman ülkeler ve eski Rusya için bir kapıdır. Stratejik olarak, sadece askeri açıdan değil, ekonomik ve kültürel açıdan da son derece önemli bir ülkedir. 10 milyon nüfuslu İstanbul ilindeki Boğaz Köprüsü, Avrupa ve Asya’yı sadece fiziki açıdan birbirine bağlamakla kalmayıp, sembolik olarak da iki kıta arasındaki boşluğu doldurmaktadır. İki kara parçasının bir araya geldiği, kültürel ve ekonomik hayatın verimli bir şekilde buluştuğu yerdedir.  Sonuç olarak,  sadece askeri fetihleriyle değil, eski oryantal kültürü vasıtasıyla da, hem Avrupa, hem de Balkan tarihini etkilemiştir.

Biz Macarların Türklerle yakın bağları vardır. Bu gün, Macar dilinin, Fin-Ural dil grubundan çok, Türkçe’ye daha yakın olduğunu inkar etmek zordur. Türk okullarında hala, Macarların en batıdaki Türk kolu olduğu öğretilmektedir.

150 yıllık Osmanlı idaresinin, “serbesti tanıyan” Habsburg Hanedanının ideolojisi ile titiz bir şekilde güncelleştirilen tarih derslerine borçlu olduğunu hatırlamaya meyilliyizdir. Ancak biz, Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımsız Macaristan Transilvanya’nın muhafazası ve korunmasına ne kadar çok katkıda bulunduğuna daha az önem vermekteyiz. Fakat diğerlerinin arasında,  Thököly isyanı ve Rakoczi’nin bağımsızlık savaşı için verdiği desteğin yanında, bunların yenilmelerinden sonra sağladıkları ve Habsburg’ların hoşlanmadığı yardımlardan bahsedebiliriz.

1848-49 yıllarındaki bağımsızlık savaşının kanlı yenilgisinden sonra, Türk hazinesinden, aynı rütbedeki Türk subayların aldığı maaşın aynısını rehinelere veren Türkiye, aralarında Lajos Kossuth’un da bulunduğu 5000’den fazla vatansevere destek ve koruma sağlamıştır. Bu tür bir jest Macar tarihinde ender bulunabilir. Ayrıca Türk okul kitapları, savaştıkları en cesur milletin Macarlar olduğunu vurgulamaktadır.

Sonuç olarak,  Trianon Anlaşması’yla milletimizi talihsizliğe mahkum eden yüzyılımızda, Türk-Macar ilişkileri olumlu bir çizgide seyretmiştir. 500’den fazla Macar bilim adamı, tarım uzmanı ve mühendisi, Kemal Atatürk’ün reformlarını gerçekleştirmesine yardım etmiştir. Onlar, Türkiye’de hala sevilmektedir ve özverileri hatırlanmaktadır. Bununla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan Viktor Orban’ın Mayıs ayının sonunda yaptığı ziyarete kadar geçen sürede, Türk-Macar ilişkileri resmi bir şekil almıştır.  Sömürgeci gücümüz olan Sovyetler Birliği, iki halkın dostluğunu onaylamadığı gibi, iki dünya savaşı arasında kurulan kültürel ve ekonomik bağların gelişmesini de engellemiştir.  

Prof.Dr. Cemil Öztürk Boğaziçi Üniversitesi’nde bir dilbilimci, kültür tarihçisi ve edebiyat profesörüdür. 1980-1984 yılları arasında, Macaristan’ın en iyi üniversitelerinden biri olan ELTE’nin Türkçe Bölümü’nde eğitim vermiştir. Macaristan’ın durumu ve 1990’dan sonra meydana gelen sosyal değişimlere yabancı değildir. Türk tarihini bilmesinin yanında, Türkiye’nin mevcut siyasi konumu hakkında da bilgi sahibidir. Onunla bugünkü siyasi ilişkiler hakkında bir görüşme yaptım.

Prof.Dr. Cemil Öztürk; Türkiye’nin bugünkü durumunu anlamak için Birinci Dünya Savaşı’na dönmemiz lazım. Müttefik Güçler, Trianon’da Macaristan’a yaptıkları gibi Türkiye’yi de bölmeye çalışmışlardır. 10 Ağustos 1920 tarihinde yapılan Sevr Barış Anlaşması, Türkiye’yi; Yunanistan, Fransa, İngiltere, İtalya ve Ermenistan arasında altı parçaya bölmüştür. Ancak, bizim Mihaly Karoly ve Bela Kun’umuz yoktu. Kemal Paşa direndi, kendi ulusunu silahsızlandırmadı ve de ülkenin istilasına yardımcı olacak bir iç savaşa mahal vermedi. Ulusa, anayurdun kurtarılması çağrısında bulundu. Mustafa Kemal, sadece bu asil amaçtan güç aldı. Daha önceleri, Osmanlı Devleti zamanında  milli duygu o kadar güçlü değildi. Saltanat esnasında, askerler Türk Milleti için değil, sadece Sultan için savaşmışlardır. Ortak İslam inancı onları bir arada tutmuştur. Kemal Paşa, sınırları koruyanların yardımıyla Türk milli kimliğini uyandırmıştır. Öylesine güçlü bir direniş vardı ki, büyük güçler, ülkenin parçalanması anlamına gelen Sultan’ın imzaladığı barış anlaşmasını uygulamaya koyamadılar. Yeni bir barış sağlanmak zorundaydı. Türkiye’nin sınırları, Türklerin oturduğu, Türk askerlerinin koruduğu toprakları kapsamaktadır.

Ders alınması amacıyla, sağlıklı ulusal bir kimliğin her zaman hatırda tutulması gereken büyük bir güç kaynağı olduğu gerçeğine Macarlar’ın dikkatini çekmek istiyorum. Mustafa Kemal’in isteği üzerine 1927 yılında yapılan sayıma göre, nüfus 13 milyon 648 bin idi. Modern Türkiye’nin temellerinin o sıralarda yokluk ve mahrumiyet içinde atılması zaruriyeti olmasına rağmen, 1970 yılında bu sayı 35 milyon 667 bine yükselmiştir. Şimdi ise, yeni sayımın ön verilerine göre nüfusun 65 milyon olduğunu biliyoruz.

Türkiye genç nüfusa sahip bir ülkedir. Yıldan yıla ortalama ömür artmakta ve çocuk ölümleri önemli derecede azalmaktadır. Nüfus verileri de Türkiye’nin geleceğe güvenle baktığını göstermektedir.  

Hadju : Bazı tahminlere göre, 12 milyonu Türkiye’de, geri kalanı Irak, İran, Suriye ve diğer komşu ülkelerde olmak üzere 24 milyon Kürt vardır.

Öztürk : Bu sayı gerçeği yansıtmayan, yanlış bir hesaplamadır. Bildiğim kadarıyla Kürtler’in sayısı en fazla 6-7 milyon civarındadır. Kürtler’in zannedildiği gibi homojen bir millet oluşturmadıklarını da belirtmek isterim. Bunların dil, din ve siyasi birliktelikleri yoktur. Bu nedenle, ortak bir dile sahip değillerdir. Zazalar, Çar’ın baskısından Türkiye’ye kaçmışlardır. Ülkenin güneydoğu bölgesinde Araplar da mevcuttur. Batılı basın-yayın organları Kürtlerden bahsettiğinde, bütün bu insanları kastetmektedir.

Bana göre, Kürt sorunu bir azınlık meselesi değildir, fakat zor bir sosyal sorundur. M.Kemal’in sadece tek yasal eşe sahip olunması konusundaki yasası, Kürtler arasında etkili olmamıştır. Dört  ya da beş eşe sahip olan bir Kürt’ün, 50-60 kadar çocuğu vardır. Bununla birlikte, sadece işsizlik oranı yüksek olduğu için değil, sırf istemedikleri için erkekler çalışmamaktadırlar. Çalışmaya alışık değillerdir. Zira, bu bir gelenektir. Kadınlar kocalarına bakmak durumundadırlar ve çocukları başlarından savmaktadırlar. Bu çocuklar da çok geçmeden ya serseri, ya da terörist olmaktadır. Bu çocuklar terör örgütleri tarafından adam öldürme, soygun, haraç alma, uyuşturucu kaçakçılığı gibi yasadışı eylemlerde kullanılmaktadırlar.

Daha önceleri bu işler, Abdullah Öcalan önderliğindeki PKK tarafından yürütülmekteydi. Ancak Öcalan yakalandıktan sonra bölgede güvenlik sağlanmıştır. Van Gölü bölgesinde, İran, Irak, Suriye sınırları boyunca bizzat görmüş olmalısınız. Bölgede tamamıyla huzur mevcuttur. PKK tamamen dağılmıştır. Moskova’daki örgüt sorumlusu 2.5 milyon ABD doları ile birlikte kaçmıştır. Şam’daki örgüt sorumlusu da 2 milyon ABD doları ile aynı şeyi yapmıştır.

             Hadju : Kürtleri kim desteklemektedir?

             Öztürk : Bölge petrol bakımından zengindir. Öncelikle daimi bir karmaşa ortamını muhafaza etmek İngiliz ve Amerikan petrol şirketlerinin çıkarına hizmet etmektedir. Onlar için Kürt sorunu sadece bir araçtır. Doğal olarak, diğerleri de bu durumun getirdiği avantajdan yararlanmaktadır. İran, Irak, Yunanistan ve Ermenistan’ın şans eseri ortaya çıkmadıkları bilinmelidir. Türkiye’de hem hükümet partileri, hem de muhalefet,  milli sınırların ve çıkarların korunması konusunda hemfikirdirler.

             Hadju : Yine de,  Türkiye’de destek bulmaktadırlar.

             Öztürk :  Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dışında bu amaca yönelik siyasi hareketler mevcuttur. Bunlar Türkiye için çok ciddi siyasi sorunlar doğurmaktadır. 1978 yılında kurulan PKK’nın yanı sıra, Hizbullah’ın bunlardan bir tanesi olduğunu düşünmekteyim. Bildiğim kadarıyla bu örgüt, 1981 yılında beş köktendinci tarafından Diyarbakır’da kurulmuştur. PKK’yı kendi düşmanları olarak görseler bile, Hizbullah’ın arkasında Kürtler vardır. Kürt devleti yerine, milletlerüstü bir pan-İslam devleti kurmak istemeleri nedeniyle, fikri açıdan farklılık göstermektedirler. Bu da, muhtemelen arka planda İranlıların olduğu İslami hareketin uluslararası bir türüdür. Eylemci olarak PKK’yı destekleyenler şimdi yavaş yavaş Hizbullah’a katılmaktadırlar.

Tüm Yakın Doğu ülkelerini birleştirmek isteyen köktenci bir grup olan İBDA-C 1980’lerin ortalarından beri varlığını sürdürüyor. Her iki örgüt de Avrupa için bir tehdit anlamına gelmektedir. Açıkça, Yahudi-Hıristiyan emperyalizminin kaldırılması gerektiğini savunuyorlar. Bunların üyeleri Bosna Savaşı’na da katılmışlardır. Bunlar tehlikelidirler; çünkü, soygun, terörizm, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı vasıtasıyla eylemlerini finanse etmektedirler. Korkarım, bu tür hareketler yakın zamanda Avrupa’da da görülecektir. Bunun, milliyet, Kürt ayrımcılığı veya otonomi sorunu olmayıp, daha karmaşık bir sorun olduğu açıktır.

Bir şey kesindir; Türkiye, artan nüfusunu beslemek ve doğal kaynaklarının çoğunu en iyi şekilde kullanmak için istikrar istemektedir.

          Hadju : AB üyeliği hakkındaki fikriniz nedir?

          Öztürk : Uygun iş ve maaş sağladığı sürece ve Türk Hükümeti’nin zorunlu kıldığı vergileri ödediği sürece, sohbet etmekte olduğumuz otelin sahibinin kim olduğu önemli değildir. Bunu sağlamak ve sömürülmemek için Hükümet vardır. Karşılıklı menfaatler teminat altına alınırsa, o zaman AB’ye üye olmaya değer. Türkiye büyük bir pazardır, ancak milli satın alma gücü garanti altına alınmalıdır. Türk işçileri ve aydınları kendilerine güvenmektedirler ve ayrıca çabuk öğrenebilmektedirler. Anlamlı buldukları sürece, yeni şeyleri memnuniyetle karşılamaktadırlar.

       Hadju : Macar halkına mesajınız nedir?

         Öztürk : Macaristan’ın ve Macarlar’ın kurtuluşu annelere bağlıdır. Bir millet ne kadar fakir olursa olsun, eğer anneler isterse, o milletin geleceği vardır. Macar kadınlarına güveniyorum.

 

Demeter Denes Hadju

            (Magyar Forum, 3 Ağustos 2000) 1