Text Box: DEVRİMCİ KAMUOYUNA

	Dünya çapında etkisini sürdüren devrimci komünist mücadelenin yenilgisi, önderlik krizinin olumsuz etkisi ve dünya proleter hareketinin bu önderlik boşluğundan kaynaklı, burjuvazi karşısında alternatif bir politik güç olma düzeyine çıkamaması, dünya emperyalist/ kapitalist sisteminin kar ve paylaşım hevesini kışkırtıcı bir faktöre dönüşmektedir. Burjuva sınıf çıkarlarını her türlü değerin üzerinde gören bir siyaset anlayışını dünya çapında egemen kılmak, ezilen ve sömürülen yığınlara ve bunlara önderlik iddiasında olan komünist, devrimci örgüt ile savaşçılarına “ya kırk satır, ya kırk katır” burjuva politikası dayatılmaktadır. TC de, bu bütünsel bakışı ve politika yapış tarzını benimseyerek, gerici reformları ve her geçen gün kurumsallaşan darbe rejimi aracılığıyla, bu politikanın bir versiyonu olan “havuç ve sopa” politikasıyla komünist ve devrimci hareketlere “ya tasfiyeyi benimse, düzen sınırlarına sığan muhalif bir devrimcilikle yetin; ya da top yekûn bir imhaya hazır ol”u dayatarak, yürürlüğe koymuştur.
	Bir taraftan yenilginin getirdiği moral bozukluğu ve örgütsel dağınıklık, bir taraftan burjuvazinin imha ve tasfiye girişimleri; bunlar yetmezmiş gibi, bir taraftan da içteki bunalımlarla; ideolojik-teorik kısırlık, iktidar perspektifinden yoksunluk, dağınık durumdaki devrimci parti güçlerine ve işçi sınıfı içindeki devrimci öncü işçilere güven verememenin, onların desteğini alamamanın doğurduğu vb. sorunlarla savaşmak, yaşanan önderlik bunalımının nedenleri olarak ortada durmaktadır. Devrimci bir partinin yaratılması geciktikçe ve burjuvazi saldırılarının ve kuşatmanın dozunu artırdıkça, solun bunalımı da artmaktadır.
	İleri çıkma iyi niyetine rağmen, devrimci ve komünist örgütlerde geri düşüşlerin, dağılma/ bölünme ve tasfiye olmaların önüne geçilememektedir. Tasfiye değişik biçimlerde gündeme gelmektedir. Kimileri ideolojik, kimileri ise bunu da içeren bir örgütsel tasfiyenin akıntısına kapılarak liberal mevzilere savruluyor ve buna uygun “mücadele” yollarını benimsiyor. Bu tasfiyeci akıntıyı ve etkiyi kendi dışındakiler için bir tehlike gören ve devrimci harekete “akıl hocalığı” yapan KDH önderliği ise; içten içe çürüyerek tasfiye olmanın eşiğine gelmiştir. Bu duruma önce şaşırmıştır. Çünkü o, politikanın somut olduğunu hep unutmuş, kendisiyle bağını kurmayı hep atlamıştır. Düzenin saldırı ve kuşatmasının devrimci hareket üzerinde tasfiyeci bir yönelimi gündeme getireceğini ve kendi içinde devrimci-liberal bir ayrışmayı  dayatacağını görüp yayınlarında dile getirmiştir de; bunun kendisi için de geçerli olduğunu,  kendi içinde de devrimci-liberal bir ayrışmanın  yaşanacağını görememiş, gereken tedbirleri alamamıştır. Kendi somutunda, somut muhatapları şahsında bu liberal, tasfiyeci eğilimlere karşı uzlaşmaz bir savaş verememiştir. Çünkü KDH önderliği komünist siyasete doktriner bir yaklaşım içindedir. “Komşunun gözündeki çöple öylesine meşguldür ki, kendi gözündeki merteği görememektedir.” Kendi içinde Marksizm dışı, sapma akım ve eğilimlerle mücadeleyi es geçerek, bunları görmemekte, bunlarla ideolojik-politik bir mücadeleye girmemekte ısrar ederek, “barış içinde bir arada yaşayarak” tasfiyenin eşiğine kadar gelmiştir.
	KDH önderliği kendi içinde çözülerek, örgütlü güçleri de hazırlıksız yakalayarak örgütün ve örgütlü mücadelenin dışına  düşmesine vesile olmuştur. Bütün bu uğursuz ve olumsuz gelişmeler hareketimizin kaderi değil, devrimci önderlik yerine ikame edilen; oportünist önderliğin ve onun oportünist siyaset anlayışının bir sonucudur. Kendi içinden, dışından ve tabandan gelen baskılar sonucunda bu “oportünist blok” parçalanmıştır. Örgütlü güçlerin ve imkanların önemli bir bölümü hareketin dışına düşmesine rağmen, örgütlü mücadelede direten, geçmişin hata ve zaaflarını aşarak, “yaralarını” sararak, amaç ve ilkelerimizin, somut ve acil görevlerimizin arkasında durma iddiasıyla sorumluluk üstlenen MK'nın  “ayakta” kalan bölümü ise; tam da bu noktada, bunun nasıl yapılacağı, geçmişin nasıl aşılacağı noktasında ortaya çıkan görüş ve anlayış farklılıkları sonucunda “Leninist Kanat ve Oportünist Kanat” olarak ikiye bölünmüştür.
	Leninist Kanat'ı oluşturan bizler, kendi geçmişimizle devrimci bir muhasebeye girerek, hata ve zaaflarımızın nedenlerini açığa çıkararak aşma iddiasındayız. Bunun dışında bir yol ve yöntemi doğru bulmuyoruz. Biz, 150 yıllık komünist harekete de bu yöntemle yaklaştık. Hem geçmişe tapınan, onu taklit eden veya reddi miras ederek, devrimci mücadele tarihini kendinden başlatan anlayışlardan, hem de temsilcilerinden ve izledikleri yöntemden uzak durduk; aramızı açtık. Bugün de aynı yol ve yöntemi izleyeceğiz.
Hareketimizi önce bir dağılma ve tasfiyeyle karşı karşıya getiren, sonra da bir bölünmeye götüren nedenleri, anlayış ve pratikleri devrimci bir muhasebeye tabi tutarak sorgulamak ve aşarak ileri çıkmak kaçınılmaz devrimci bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bu görevin üzerinden atlayanların geleceği kazanma, devrimci komünist amaçlarını gerçekleştirme şansı olmayacaktır.
***
	Hareketimizin yüz yüze olduğu bunalımı anlamak ve aşmak için; bütünsel bir değerlendirme artık kaçınılmaz politik bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bizim için bu, bir “var olma ya da yok olma” savaşıdır.
	Bugün yüz yüze olduğumuz dağılmanın ve tasfiyenin nedeni, geçmiş süreçlerimizle devrimci  bir hesaplaşmaya girmeden anlaşılamayacağı gibi, aşılması da mümkün değildir. Yapılan birlikler, önderlik anlayışı, düzen dışı konumlanış, siyaset yapış tarzı, legal olanakların devrimci tarzda istismarı vb. öznel; düşmanın devrimci harekete yönelik saldırılarının etkisiyle ve iç krizini aşamaması sonucu gelişen soldaki tasfiyeci savrulma, sınıf hareketinin geri düzeyi vb. nesnel nedenleri vardır. Biz daha çok kendi öznel hata ve zaaflarımız üzerinde duracağız.
 	Hareketimizi bir bunalımla yüz yüze getiren; Oportünist önderliğin, önderlik ve siyaset anlayışıdır!
	Hareketimizin beş yılı aşan mücadele tarihi; birlikler, iç çatışmalar  (adı konmamış) ve ayrışmalar tarihidir. Bu gerçeğimiz gözden kaçırılarak, unutularak sorunlarımızı ve yüz yüze olduğumuz  bunalımlarımızı anlamak ve aşmak mümkün değildir. Birlikler üzerinde şekillenen hareketimizin önderlik iradesinin (MK) oluşumuna da, bu birlik pratikleri yön vermiştir. Birlik muhataplarının farklı geleneklerden ve örgütsel yapılardan geliyor olmaları en önemli sorun olarak karşımıza çıkmıştır. Çünkü; muhataplar ortak bir mücadele pratiği içinde şekillenmemiş, birbirlerini tanımamış ve kaynaşmamışlardı. Amaç ve ilkelerde, programatik görüşlerde ortaklaştıkları için birlik yapmaya karar vermişlerdi. Bu da tarafların ya baştan birbirlerine güven duymalarını, ya da soyut bir güven üzerinde bir araya gelmelerini dayatıyordu. Bizim pratiğimizde ikincisi geçerli olmuştur.
	Komünist ve devrimci hareketin yenilgi sonucundaki bölünmüşlüğü ve devrimci bir önderliğin acil bir ihtiyaç olarak önümüzde durması, tüm komünistlere birlik özlemini ve ihtiyacını dayatıyordu. Hele bir de somut muhatapları varsa birlikten yan çizmek tam bir ciddiyetsizlik olurdu. Ekim'den ayrılan DKB’li devrimci komünistler olarak bu konuda hem özel bir ilgimiz, hem de hassasiyetimiz vardı. “Birlikten din birliğini anlamamak gerekir. Programatik ve ilkesel sorunlar dışındaki farklılıkları birliğe engel görmemek, bunların eylemli yürüyüş içerisinde, ideolojik-politik bir mücadeleyle ve yoldaşça uyarı ve eleştirilerle dönüştürülmesi benimsenmeli ve hedeflenmelidir. Aksi takdirde birlik yapmamayı savunma durumuna düşülür. Çünkü geçmişin örgüt pratikleri ve yenilgi sonrası bölünmüşlükler sonucu, birbirinin aynı birlik muhatabı bulmak imkansızdır” perspektifine sahiptik. Biz, hala bunun yanlış olduğunu düşünmüyoruz.
	KDH, üç komünist grubun birleşmesiyle 1993 yılı ocak ayında kuruldu. Bunlar; Kurtuluş Hareketi, Sosyalist Demokrasi ve Devrimci Komünist Birlik’ti. İlk iki grup, niyetlerden bağımsız birlik anında esasen legal bir dergi çevresinde birlikte iş yapmış ve yakınlaşmış gruplardı. Reddetmemelerine rağmen illegal, hiyerarşik ve işlevli  bir örgütlenmeleri yoktu Bundan dolayı birlik, esasen DKB’nin örgütsel omurgası etrafında şekillenmişti.
	Birlik taraflarının belli kriterlerle önerdikleri adaylar önderliği oluşturdu. Gelenek, örgüt kültürü ve siyaset yapış tarzlarındaki farklılıkları ve düzen dışı konumlanış noktası, DKB’liler  ile diğer taraflar arasında hep sıkıntı konusu oldu. Ama, gözle görülür bir ayrışma, netleşme ve kaynaşma süreci de yaşandı. Dergi çevresinde “devrimcilik” yapmaya alışmış unsurların büyük bir bölümü kısa sürede hareketin dışına düştü. Ancak bu ayıklanma, faaliyeti etkilemedi. Nicel olarak daralmamıza rağmen, nitelik olarak güçleniyorduk. Devrimci etkinliklerimiz hem çeşitleniyor, hem de yaygınlaşıyordu.
	Başarı sayılabilecek bir kuruluş ve faaliyet sonucunda 94 yılında bir konferans toplandı. Bunun sonuçları kamuoyuna yansıtıldığı için, bu metinde buna değinmiyoruz. Ancak yansımayan, birlik muhataplarından KH adına MK'da yer alan H.'nin konferansa “illegal örgütten vazgeçmeden, legal parti kurma girişimi” önerisidir. Bu öneri, konferans katılımcıları tarafından eleştirilerek reddedilmiştir. Bu konferansta ortaya çıkan bir ikinci nokta, H.'nin güvenlik kaygısıyla MK'ya aday olmayı istememesidir. Bu girişim de, konferans bileşenlerinin müdahalesiyle engellenmiş ve adeta H. MK’ya zoraki seçilmiştir. H. şahsında ortaya çıkan bu birbirleriyle uyumlu ve ideolojik arka planı olan  tutumları açığa çıkararak mahkum etmek ve ideolojik bir mücadeleye girmek yerine; bunun bastırılması, KDH önderliğinin, farklı görüş ve anlayışlar karşısında, Leninist ilkesel tutum takınmadığının göstergesidir. Hele bu tür anlayışları dillendiren birini zoraki MK'ya seçmek bir başka ilkesizliktir. Bu ilkesizlikler daha sonra hareketin ayağına dolanmıştır. 
	95’te de kendilerine “Devrimci Enternasyonalistler” diyen komünist bir grupla birlik yapılmıştır. Bu grubun birlik öncesi varoluşu, bir “mezhep” ve çevre yaşantısıdır.
	Konferanstan yeni çıkan ve içindeki ideolojik-örgütsel yaklaşım farklılığını henüz gideremeyen KDH önderliği, bu birlikle kendini genişletmek zorunda kalmıştır. Önceki birlik muhataplarının daha yeterince kaynaşıp, netleşemediği, politik olarak saflaşamadığı bir ortamda gerçekleşen bu birlik, hem önderlik düzeyinde, hem de yerel düzeyde yeni uyum ve ortak irade sorunlarını örgütün gündemine getirmiştir. O günden günümüze değin bu sorunlar aşılamamış, ihtiyaca denk bir devrimci irade ortaya konamamıştır. Çünkü; taraflar birbirini değiştirip, dönüştürecek bir politik üstünlük ve otorite ortaya koyamamıştır. Birbirinden kopmayı da göze alamadıkları noktada politik bakımdan ilkesizlik ilke haline gelmiş, “gizli bir uzlaşma” protokolü de böylece imzalanmıştır.
	‘95 yılında H. şahsında “hortlayan” tasfiyeci eğilim, kendini yeniden gündeme getirmiştir. Bu tasfiyeci önerileri kabul görmez ise, MK’dan ayrılacağını yazılı olarak MK'ya sunmuştur. Kuşkusuz “öneri”si kabul görmemiştir. O da huzur içinde düzen içi yaşantısına dönmüştür. MK, bu kez de bunun kişisel değil, siyasal bir sorun olduğunu, bilince çıkararak ideolojik-politik bir mücadeleye girişerek, somut muhatabı şahsında; sınıfsal, siyasal ve toplumsal zeminlerine oturtarak, bu tasfiyeci anlayışı mahkum etmemiştir. Böyle olunca da H. hiç bir iddia ve çağrı ortaya koymamasına rağmen, ayrılmasının arkasından yerelliklerden belli güçler örgütün dışına çıkmıştır. Yine bir Leninist ilkesel  tutum takınılarak, tasfiyeci akıntıya kapılanlar şahsında tasfiyecilik mahkum edileceğine, Işık sayfalarından, bu akıntıya kapılanların arkasından “Safraları attık dememeliyiz!” türünden apolitik, laf kalabalığı yapılarak, örgütten kaçanların arkasından “gözyaşı” dökülmüştür. H. ve ondan sonra kopanlar şahsında ortaya çıkan tasfiyeci anlayışla ideolojik-politik bir mücadeleye girmekten kaçınılmıştır. Belli farklılıkları da içeren, eylemli bir yakınlaşma ve kaynaşma süreci üzerine oturmayan bu birlikler ve bunun sonucunda oluşan “önderlik iradesini”nin oluşumundan, günümüze gelişine kadar ki süreçte, farklılıkları açıkça ortaya koymak ve ideolojik-politik bir mücadeleyle gidermek; giderilemiyorsa ayrışmak yönündeki Leninist ilkesel tutumu yaşama geçiremediği için; uzlaşmaya, tarafların karşılıklı birbirlerinin zaaflarından beslenerek, statükolarını korumaya, birbirleriyle ideolojik bir mücadeleye giremeyen, örgütsel yaptırım uygulayamayan, aldığı kararların genellikle arkasında duramayan bir “önderlik iradesi” ortaya çıkmıştır. Örgüte sunulan tüm MK raporlarında bir iradesizlikten  bahsedilmesine ve bunun kabul edilmesine rağmen, sorun politize edilememiş ve çözülememiştir.
	KDH önderliğinin yayınlarına yansıttığı anlayışla, pratikte uyguladıkları farklıdır. Gelinen yerde kadroları dönüştürüp, ileri çekememek; bu kadroları tanımamakla, bunları ileri görevlere erken çekmekle izah edilmeye çalışılmaktadır. Oysa bu, örgüt ortamıyla ve önderlik anlayışıyla, yaşantısıyla, düzen karşısında konumlanışıyla doğrudan ilgilidir. Her toplantıda MK üyelerinin güvenlikli konuma çekilmesi tartışılır. Bu tartışmaların en hararetli katılımcısı oportünist kanadın başı olur, ama MK üyeleri o gün bu gündür güvenlikli duruma çekilemez. Her seferinde bir gerekçe bulur/ bulunur. Bu durum sürer gider. Böyle bir ortam, coşkuyla, heyecanla bu ortama gelmiş yeni kadro adaylarını devrimcileştirebilir mi? Hayır! Bu unsurlar ortamı değiştirebilecek gücü, iradeyi ve deneyimi ortaya koyamadıkları oranda ya ortama uyum sağlıyorlar, ya da hayal kırıklığı içinde geri düşüyorlardı. Hatta çoğu, hiçbir açıklamada bulunmadan örgütün bile dışına düşüyordu. Şimdi bunlar oportünist kanat tarafından unutulmuş. Yaşanan pratik bir kenara itilmiş. “ben demiştim, söylemiştim, önermiştim” türünden liberal ağızlarla “söylenen sözlerle” övünülüyor. Gerçeklerin üstü oportünist kanat tarafından balçıkla sıvanmak isteniyor. Gerçekler o kadar inatçı ki, bırakalım balçığı, başka şeylerle de kapatılamaz. MK'nın liberal ortamı, oportünist siyaset anlayışı, farklı yaklaşımları ilkesizce bir arada varolması vb. devrimci olmayan tutumlar geç de olsa açığa çıkarılıp mahkum edileceğine, bunun hiç yapılmaması, üzerinin örtülerek, unutturulması hedeflenerek “örgütün bunalımı” kişilerle izah edilmek isteniyor. Bu oportünist yaklaşım geçmişle devrimci bir hesaplaşmaya girmeye yanaşmıyor. Geriye iki yol kalıyor; geçmişe tapınmak veya unutturmak/ yok saymak. Bu anlayışın geleceği olamaz. Devrimci bir eylem olan partileşme sürecine müdahale edip, hedefine ulaşamaz.
	Biz yüz elli yıllık komünist hareketin tarihine nasıl bir yöntemle yaklaştıysak, beş yılı aşkın kendi geçmişimize de öyle yaklaşacağız. Ne reddi miras, ne de tapınmak! Hata ve zaafları bilince çıkarıp, eğitime dönüştürmek, aşmak ve ileri çıkmak! İşte KDH/Leninist Kanat’ın yöntemi ve hedefi.
	Hata ve zaaflarımızın yanı sıra, ciddi bir kazanım ve deneyim, bilgi biriktirdiğimiz, yanlışlarımızdan öğrendiğimiz bir geçmişimiz var. Devrimci mücadelede en ön saflarda sınıf mücadelesine önderlik edecek bir geleceğimiz de olacak!
	İlkesel, siyasal görevlerin üzerinden atlayarak yol yürümeye ve güç olmaya çalışan KDH önderliği bunun bedelini atomlarına parçalanarak ve bir mevta haline gelerek ödemiştir.
	MK, beş yılı aşkın sürede, en çok sirkülasyon yaşayan bu organ olmasına rağmen organ kararı ile uzaklaştırılmış tek kişi yoktur. Buradan ayrılıp da nedenini ortaya  koyan, örgüte açıklayan da olmamıştır. Böylesine liberal bir ortamda “bataklıkta” sivrisinek üremez de ne ürer?
	Yerel çalışmada az çok sivrilen genç, dinamik militanlar bu göreve çağrıldıklarında heyecan ve coşkuyla göreve talip olmuşlardır. Ama bu organın içine girip, çalışma tarzıyla, önderlik anlayışıyla, organ üyelerinin düzen karşısındaki konumlanışıyla ilgili bilgilere ulaşınca ya şaşırıp kalıyorlar; bocalayarak geri düşüyorlardı; ya da bu liberal ortama ayak uydurarak kendi statükolarını yaratıyorlardı.
	Bütün bunları Leninist ilkesel tutum (farklılıkları gizlemek yerine adını koyup mücadele etmek) ve siyaset anlayışıyla aşmak yönünde irade ortaya konamadığı, bu durum sürüp gittiği için kendi siyasetini (oportünizm) ve düzenle bağını kesemeyen, statükocu yaşam tarzını da üretiyordu. “Eğer birleşmek zorundaysanız, diye yazıyordu Marks, hareketin pratik amaçlarını karşılayacak anlaşmalara girin, ama ilkeler konusunda herhangi bir pazarlığa izin vermeyin, teorik ödünler vermeyin.”(Ne Yapmalı? Syf. 34) Bu ilkesel tutumu gözden kaçıran bir siyaset ve önderlik anlayışının devrimci bir örgüte yön vermesi, onu partiye taşıması mümkün olabilir miydi?
	Beş yılı aşkın mücadele pratiğimiz bunun imkansız olduğunu kanıtlamıştır. Bırakın partiyi, bu siyaset tarzı devrimci bir önderlik organı bile yaratamamıştır.
	Sürekli olarak teorimizle pratiğimiz arasında bir uyumsuzluk, “uçurum, açı” olduğundan yakınılmış, ama bunun oportünist  bir önderlik ve siyaset anlayışının siyasal bir sonucu olduğu ortaya konmamıştır/konamamıştır. Kendi adımıza, KDH önderliğinin bu önderlik ve oportünist siyaset anlayışını mahkum ederek, KDH/ Leninist Kanat olarak yolumuzu ayırıyoruz.
	Geçmiş mücadele sürecinin hata ve zaaflarından kendimizi de sorumlu görüyoruz. Gerek üstlendiğimiz düzenden yalıtık örgütsel görevler, gerek hareketin toplam sorunlarına hakim olmamızı sağlayacak alanlar arasındaki rapor mekanizmasının işlememesi, gerekse de dar-pratik sorunların içine gömülmemizden kaynaklı genel sorunlara karşı ilgisizlik, gerekse de hareketimizin yüz yüze olduğu “felaketi” geç fark etmemiz gibi yetersizliklerden kaynaklı olarak duruma gecikerek müdahale etmemizi, yalıtık konumlanışımızın ve atalet içinde olmamızın bir sonucu olarak görüyor, eksikliklerimizi bilince çıkararak, aşmayı devrimci bir görev olarak üstleniyoruz.

KDH'nin Oportünist Önderliğinin 
İdeolojik-Teorik Görevlere Yaklaşımı
Ciddiyetten Uzak Liberal Bir Yaklaşımdır

	KDH'nin ideolojik çizgisi her komünistin paylaşabileceği genel ve ilkesel bir çizgidir. Komünist hareketin 150 yıllık tarihinden süzülmüş, amaç, ilke ve öncelikleri içermektedir. Bunda bir yanlışlık yoktur. Ama oportünist kanadın el çabukluğuyla üzerini örtmeye çalıştığı bir gerçek var ki; bu mızrağı hiç bir çuvala sığdırmak mümkün değildir. İdeolojik  çizgimizi derinleştirmek, yetkinleştirmek ve pratikle bağını kurmak, somutlamak görevini hiç bir zaman küçümsemedik, üzerinden atlamadık. Tam tersine yola çıktığımız andan itibaren bunu “ideolojik-teorik yeniden üretim” adıyla önümüze iş, hedef olarak koyduk. Tüm belgelerimizden görüleceği gibi bu alanda kısmi adımlar atmış olsak da, hedefimize ulaşılamamıştır. KDH’ nin oportünist kanadı görev ve sorumluluklarını yerine getirmemesini kuruluş ve toparlanma döneminde ideolojik-teorik görevlerin savsaklanmasının politik-örgütsel sonuçları olduğunu kabullenip, hem hareket mensuplarının hem de dışımızdaki parti güçlerinin üzerindeki güven bunalımını körükleyici, dağıtıcı etkilerini açıkça ortaya koyarak, bunun sorumluluğunu üstlenip, aksattıkları görevlere yoğunlaşacaklarına; var olanla yetinmeyi tercih etmekte, savunma mantığıyla hareketin bunalımını keyfi ve eklektik bir yöntemle izaha çalışmaktadır.
	“Pek çok  insan, çok az bir teorik eğitimle, hatta hiç eğitilmeden, hareketin pratik önemi ve pratik başarıları yüzünden, harekete katılmışlardır. Bundan Raboçeye Dyelo’nun (KDH oportünist kanadında. LK) bir zafer havasıyla Marks'ın şu sözlerini aktarırken nasıl patavatsız olduğunu değerlendirebiliriz: “İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.”  Teorik kargaşalık döneminde bu sözcükleri yinelemek tıpkı bir cenazede yaslılara 'gözünüz aydın' demeye benzer.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Syf. 34 )
	Hareketin kuruluşundan beri ideolojik-teorik görevlerden sorumlu olan “Oportünist Kanat”ın teorisyeni bu Leninist yaklaşımdan haberdar mı değildir, yoksa başka bir muradı mı vardır ki, hareketimizin bunalımını, “tahribatı”nı, “örgütsel alanda”ki hata ve zaaflarla ya da görevli yoldaşlarla izah etmeye çalışıyor? Hareketimiz mücadeleye atıldığından beri devrimci bir önderlik “çekirdeğinin yaratılması yolunda ilk elde yerine getirilmesi gereken temel görev, teorik yeniden üretimdir.” diye saptamıştır. Liberal, gevşek ve düzen içi konumlanışın, yaşantının bir sonucu olarak bu görevin, tekrar tekrar karara ve plana bağlanmasına rağmen yerine getirilmemesinin politik sonuçlarını, örgütsel savrulmanın, dağınık güçlerin toparlanamamasının tek olmasa da belirleyici bir nedeni olduğunun üzerinden atlamak; “cenazede yaslılara ‘gözünüz aydın’ demektir.”
	Komünistler platform taslağında kamuoyuna sundukları “...amaç ve ilkeleri, iman tazelemek ya da soyut bir propagandayla vicdanlarını rahatlatmak için değil; “somut faaliyet yürütmek üzere ve örgütsel hedefler gözetilerek çizilmiş bir çerçeve” olarak algıladılar.” (Komünistler Ne Için Nasıl Mücadele Etmeli? Syf. 45)  95’ten beri bu anlayışın arkasında durduğunu söyleyenleri, bu görevleri yerine getirmedeki savsaklayıcı tutumları mahkum edileceğine, bu eksikliğin örgütlü mücadelenin diğer alanlarında yarattığı olumsuz etkileri bilince çıkarıp giderme yerine, gölge boksu yapmak tercih ediliyor. “İdeolojik alanda tahribat olmadı örgüt alanında oldu!” gibi skolastik, eklektik bir tartışma/izah yolu seçiliyor.
	KDH önderliği ve oportünist kanat ideolojik ve teorik sorunlara ciddiyetten uzak, liberal bir yaklaşım içine girdiği için bu görevleri yerine getirememiş, komünist söylemlerine rağmen, pratikte buna uygun davranmayarak, oportünizmi bir siyaset yapış tarzı haline getirdiğini bir kez daha kanıtlamıştır.

KDH' nin Oportünist Önderliği Örgüt Ve Kadro Sorununa Liberal Ve Aydın 
Oportünist Bir Yaklaşım İçindedir

	Devrimci örgüte ve ideolojiye içten gelen saldırılar karşısında KDH önderliği ilkesel bir tutum takınarak, bu sapma akım ve eğilimlere karşı uzlaşmaz bir ideolojik-politik mücadeleye girişme yerine; ya kayıtsız kalmış ya da örgütsel düzenlemelerle sorunu çözmeye çalışmıştır.
	Sorunları çözemediği ve örgütten kaçış başladığı noktada ise; “kaçanların” arkasından gözyaşı dökmüştür. Örgüte ve kadrolara güvenmemenin dışa vurumudur bu. “Örgüt yıkıcısı ve kaçkınlarından” beklentisi olan oportünist kanadın kadro ve örgüt sorununa devrimci bir bakış ve yöntemle yaklaşması zaten beklenmemelidir. Oportünist kanat ideoloji, örgüt ve devrimci pratik ilişkisine eklektik, aydınca ve doktrinerce yaklaştığı için örgüt ve kadro anlayışı da buna göre şekillenmektedir. Eli kalem tutan, ama devrimci bir örgütün yaşantısına, disiplinine uymakta ayak direyen devrimci lafazanlar “en ileri kadrolar” diye görülmekte, taltif edilmektedir. Lenin’in “herkese yapacak bir iş vermek” yerinde anlayışını kendi oportünist mantığında çarpıttığı için; O, bundan aydın, yarı-aydın unsurları “önderlik” yetkileriyle donatıp örgütün ve kadroların karşısına çıkarmayı anlamıştır. Bu tür “kadro ve önderler” mevcut güçleri örgütleme ve ileri çekme yerine, bunları liberal, konformist ve tasfiyeci bir konuma sürüklediklerinde, örgütsel mekanizmaları felç ederek denetim ve müdahalenin önünü de kapadıklarında, “tatlı hayallerinden” soğuk duş etkisiyle uyanıp basmıştır yaygarayı!: “PA’ da tasfiye olmak üzereyiz, düşman saldırısına açığız, eylem çizgimiz PA’da panel , söyleşi ve sendika çalışmasına indirgenmiştir.”
	KDH’nin oportünist önderliği, önderlik organının siyaset anlayışını, örgüt ortamını, düzen karşısındaki konumlanışını sorgulamanın ve devrimcileştirmenin üzerinden atlayarak, yerel kadroları ve örgütleri kazanmayı ve devrimcileştirmeyi düşler. Çünkü, O, Leninist kadro ve örgüt normlarını, örgüt disiplinini kendisine uygulamayı, örgüt disiplinine uymayı alçaltıcı bulur, kendi dışındakilerin uyması ve uygulaması gereken bir kural olarak görür ve uygular. Önderlik ve örgüt kavrayışı bürokratik, disiplin ve örgüt hukukuna yaklaşımı liberaldir. İki yıldır bir tüzüğümüz olmasına rağmen raftan inmemiştir. Herhangi bir disiplinsizlik veya aymazlık buna göre bir yaptırıma  tabi tutulmamıştır..
	Bizim bölünmemizden sonra iyice huzura ermiş olacaklar ki, artık bu liberal, kural tanımaz tutumlarını politik yayından “Doğası gereği geçici bir örgütlenme olan parti öncesi örgütün, kendine özgü yerleşik bir örgütün, kendine özgü yerleşik bir örgüt kültüründen de hukukundan da söz edilemez.” diyerek teorisini yapmaktadırlar. Eh ne diyelim; oportünistler tabi oportünistlik yapacak. Yine de, “madem böyledir tüzük sizin neyinize, sıktı mı, ayağınıza mı dolandı yoksa?” diye sorarak geçiyoruz.
	IK ve PK alanında konformist, liberal bir çalışma ve anlayışın önderlik ettiği kadroların pörsümesi,  alan önderlikleri ve çalışma tarzları eşliğinde şekillenmesinde, ona uygun bir konumlanış ve bilinçle donanması anlaşılır bir şeydir. Anlaşılmayan “gidenlerin” direnmemesi dert edilirken, kalanların direnç ve tutumlarının küçümsenmesidir. Örgütle ve örgütlü bir mücadelede ısrar eden ve hala saflarımızda mücadele eden kadroların %95'i bizim sorumluluk alanımız olan ÖK alanındandır. Oportünist Kanat kadro normlarını ve örgüt kriterlerini sağlıklı uygulamadığımızı iddia ettiğine göre bu gerçeği nasıl izah etmeli? 
	Böyle bir zihniyetin dağınık durumdaki parti güçlerine güven vermesi ve partileşmede “motor rolü” oynaması artık kof bir ajitasyondan öte bir anlam içermemektedir. Beş yıllık teorik ve örgütsel pratikleri de bunu fazlasıyla kanıtlamıştır. Bu gerçekler ışığında KDH/Leninist Kanat olarak; bu “oportünist kanat”tan yolumuzu ayırıyoruz.

KDH'nin Oportünist Önderliğinin Siyaset Anlayışı Oportünist Ve Doktriner 
Bir Siyaset Anlayışıdır

	Genel, ilkesel ve proğramatik görüşlerimizin tekrar tekrar yazılması komünist siyaset değildir. Dünyayı değiştirme, iktidarı zorla ele geçirmenin yol ve yöntemlerini, perspektif, güç ve araçlarını bulma/yaratma çabasıdır komünist siyaset. Ama bizim siyasetimiz ve teorimiz bizden öte devrimci güçleri tahlil edip, onun geleceği üzerine doğru tahminlerde bulunmakta, onun bunalımlarını ve nedenlerini izahta pek mahirdir. Ama kendi örgütü ve iç yaşamı, mücadelesi söz konusu olduğunda ya burnunun ucunu görmemektedir ya da sessiz kalmayı tercih etmektedir. Siyasetin doktrinerce kavranışının politik sonucu eylemsizlik, teori ile pratik arasındaki uyumsuzluktur. Buna bir iki somut örnek verelim. İşçi sınıfının taze-dinç, sendikasız ve sigortasız kesimlerinin örgütlendirilmesi projesinin üzerine balıklama atlamıştır. Bu alana belli bir güç de yığmıştır. Kızıl Bayrak’a laf yetiştirirken 300-400 kişinin harekete geçirildiği haykırılmıştır! Bu çalışmanın politik olarak önünü açmak, denetlemek ve yönlendirmek ise unutulmuştur. Bu çalışma alanındaki aymazlıkları, bizim hiç de arkasında durmayacağımız komünist siyaset adına yapılanları kamuoyu önünde eleştirmek ve teşhir etmek de Son Kavga’ya kalmıştır.
	Bir başka örnek, KDH önderliği ‘98 1 Mayıs sonrası devrimci hareketin, düzenin saldırılarının ve kendi bunalımının sonucunda liberal ve devrimci bir ayrışmayla yüz yüze geleceği üzerine çok söz söyledi. Ama bu tehlikenin hareketimiz için de geçerli olduğunu her nedense ne gördü ne de gereken tedbirleri alabildi. Bu siyaset yapış tarzı oportünizmi de içeren doktrinerlik değilse nedir?
	Son bir örnek daha; partileşme stratejisi ve dağınık devrimci parti güçlerinin bayraklarını karıştırmadan düşman karşısında yan yana duracakları siyasal platform, bir yıla yakın süre bu amacın ötesinde KDH’nin ikinci kimliği gibi kullanılarak pörsütülmüştür. Bu kimlikle yapılan eylemler, faaliyetler DPG’nin sesi politik yayına yansıtılmasına rağmen, ideolojik önderlik bu yanlışı görüp müdahale edememiştir. Tam tersine, gelen haber ve yorumları olduğu gibi yansıtarak bu yanlışlığa ortak olmuştur. Bu yanlışlığın dışımızdaki DPG’nin bize yaklaşmasını ve bu platformda yan yana gelmesini olumsuz olarak etkilediği açıktır. Bu yanlışlık ancak bir yıl sonra fark edilip düzeltilmeye çalışılmıştır. Teorimiz, pratiğimiz arkasından sürüklenmiştir. Oysa ki olması gereken teorinin pratiğe ışık tutması, yol göstermesidir. Pratikten beslenerek derinleşip netleşmesidir. 
	Biz, işte bu siyaset tarzını mahkum ediyoruz. Lafa gelince ideoloji ve teori önde gider diye doğru laflar ediliyor. Ama şuna cevap verilmiyor; bizim için neden tersi olmuştur? Aydın oportünist liberal, tasfiyeci eğilimler önceden görülerek neden, ‘amansız bir ideolojik mücadele’ yürütülmemiştir? Örgüt yıkıcısı ve kaçkını eğilimler ve tasfiyenin eşiğine gelmemizin öngörüsü yapılmamıştır. Militanlar yazılı basınımızda kendi saflarımızda ortaya çıkacak bu sapkın eğilimler ve bunlarla mücadele konusunda eğitilmemiştir. Çünkü bu ayrımları ortaya koyup mücadele etmek yerine, üzerini örtmek, yok saymak gibi oportünist bir siyaset izlenmiştir. Düşmanın devrimcilere ve hareketimize dönük kuşatması da düşünülünce dağılmanın anlaşılmaz yanı yoktur. Zorluklar ve saldırılar saflarımızdaki “yalpalayan aydın ve küçük burjuva unsurlar”ı bizden uzaklaştırmıştır. Bunların örgütten kaçışta yarışıp, kendilerini DPG platformuna ve sendika binalarına atmaları tesadüf değildir. Burada ortaya konması gereken; bizim bu gelişmeyi ve sonucu önceden görmememizdir. Ve bu olumsuz gelişmeye karşı bütün güçlerimizle savaşa girmemizdir.
	Oportünist kanadın bizimle girdiği “tartışmalarda”; “muhataplarımız kendi eğilimlerini yazılı olarak ortaya koymamış, açıktan belirtmemişlerdir. Teşvik etmemize rağmen bunu yapmamışlardır. Azınlığın kendini ifade etmesi beklenirdi...” vb. liberal sızlanmalar ideolojik teorik “önderliğin” oportünistliğini ve siyaset tarzını ele vermektedir. Leninist siyasetten ve anlayıştan hiç bir şey anlamadıklarını ortaya koyarak suç üstü yakalanıyorlar. Oysa Lenin; “Oportünizmle mücadeleden söz ederken, günümüzde oportünizmin en karakteristik bir özelliği olan, belirsizliğini, şekilsizliğini ve anlaşılamazlığını akıldan çıkarmamalıyız. Bir oportünist, tabiatı gereği, açık ve kesin bir tavır almaktan daima kaçınır; daima orta yolu tutar, iki ayrı görüş arasında bir yılan gibi kıvrılır ve her iki görüşle “uzlaşmaya” çalışır; kendi görüş ayrılıklarını küçük değişikliklere, şüphelere, masum ve dindarca önerilere indirger... Örgüt sorunlarında birer oportünist olan Martov ve Akselrod yoldaşlar da, doğrudan doğruya bu konuda meydan okumalarına rağmen, şimdiye kadar ilkeler konusunda “yazıyla saptanabilecek” herhangi bir ifadede bulunmamışlardır. Onlar da, mutlaka örgütlenme tüzüğümüzde “köklü bir değişiklik” yapılmasını isterlerdi (Iskra, sayı 58, Syf. 2 sütun 3), fakat bütün çabalarını öncelikle “örgütlenmenin genel sorunları” üzerinde yoğunlaştırmayı tercih edeceklerdir.” (Lenin, Bir Adım Ileri Iki Adım Geri, Temel Y. .  Syf 259-260)

KDH Önderliği Güvenlik Sorununa 
Yaklaşımda Statükocu Ve Liberal 
Bir Tutum Sergilemiştir

	Devrimci komünist bir örgütte düzen karşısında konumlanmış, düzen dışı illegal bir örgütlenme sorunu ideolojik, politik ve stratejik bir sorundur. Düzeni zor yoluyla devirme amacı, ancak buna uygun bir araçla gerçekleştirilebilir. Bu illegal devrimci savaş örgütüdür. Böyle bir örgütün ne kendisi ne de ideolojisi kapitalist düzenin yasallık sınırlarına sığmaz. Bundan dolayı düzen her zaman ve her türlü saldırıyla devrimci örgütü ve onun savaşçılarını imhaya çalışır. Devrimci örgüt ve savaşçıları ise bu saldırıları boşa çıkaracak taktikleri, teknikleri ve gizlilik kurallarını yaşama geçirerek güvenliğini ve sürekliliğini güvence altına almaya çalışır.
	KDH önderliği bunları tekrar tekrar yazmasına ve savunmasına rağmen iş bunu yaşama geçirmeye geldiğinde bu konuda da çuvallamıştır. Önderlik organındaki kadrolarını bile düzenin denetimi dışında bir mevzîye çekmekte başarılı olamamıştır. Bu organda yer alan statükoları olan kadrolar buna ayak diremiştir. Bu sorun sürekli gündemini işgal etmesine rağmen çözüm üretememiştir.
	Hareketin dünden bu güne güvenlik ve süreklilik sorunları, yaşanan gözaltılar, ortaya çıkan hata ve zaaflar ve yeni örgütsel düzenlemelerle birlikte yüz yüze kaldığımız sorunlar derinliğine incelendiğinde; aslında bunların önderlik düzeyinde yaşanan sorunların uzantıları olduğu görülecektir. Önderlik bunalımı diyebileceğimiz iradesizlik, yönetememe krizi, örgüt niteliğini yükseltememe, kararlarını yaşama geçirememe, iktidarsızlık bunun dışa vurumudur. Bu iktidarsızlığın ve iradesizliğin arkasında yatan birinci neden; birlikler üzerinde şekillenen önderliğin homojenleşme ve kaynaşma sorununu aşamamasıdır. Bunun sonucu hep bir sirkülasyon yaşanmış, bu durum çelik bir çekirdeğin yaratılıp işletilmesi ve kendini üretmesinin önünde sürekli ayak bağı olmasıdır.
	İkinci olarak; gerek hareketimizin, gerek dağınık durumdaki komünist potansiyellerin karşılanması gereken ihtiyaçlarını karşılama zorunluluğu ve öznel yetersizliklerdir. Güçlerimizin sınırlılığı ve atmak zorunda olduğumuz adımlar, geçici bir dönem, bazı merkezi kadrolarımızı “düşmana rehin bırakma” adına atılmıştır. Bir dönem bazı merkezi kadrolarımız düşman saldırısına açık bir konumlanış içerisinde bilinçli bir tercihle bu faaliyetleri omuzlamışlardır. Son MK toplantısı yaptığı genel muhasebe sonucunda bu görevlerin artık ortaya çıkan ara kademe kadrolar tarafından üstlenilebileceğine ve boşa çıkaracağımız merkezi kadroların bundan sonraki süreçte hem daha korunaklı bir mevziye çekilmesinin, hem de merkezi görevlere yoğunlaşmasının yolunu açma yönünde karar vermiştir. Düşman saldırısına açık bir konumlanıştan, daha güvenlikli ve yalıtık bir konuma çekilmesine karar verilen merkezi kadrolar, bu karara ayak diremişlerdir. Bu alanda da hem önderlik otoritesinin zayıflığı, hem de geçen dönemin çalışma tarzı belli statükolar oluşturmuştur. Düşmanın denetimi dışında mevzileniş bir ihtiyaç olarak  kendini dayattığında statükocu ve liberal bir pratik sergilenmiş, alınan kararlar yaşama geçirilememiştir.
	MK içindeki kadrolar statükolarını kırma ve verilen görevlere yoğunlaşma, buna uygun bir konuma geçme, yaşamını buna göre örgütlemede adım atamadıkları noktada bir güven bunalımı yaratmıştır. Dünden bugüne MK’da üstü kapalı süre giden iktidarsızlık ve irade eksikliği böylece açığa çıkmıştır. Bu da MK’da bir irade bölünmesine ve otorite zayıflamasına yol açmıştır. Yüz yüze olduğumuz sorun budur. Çözümü ise; merkezi iradenin ve otoritenin ortaya çıkarılmasında, bu irade ve otoriteyi tanımayanlarla devrimci bir hesaplaşmada yatmaktadır.
	KDH’nın oportünist önderliği ayrılıkları yok saymayı, mücadeleden kaçmayı, bütün bunlar olmuyorsa örgüt içi ideolojik-politik mücadeleden kaçmayı bir siyaset tarzı haline getirmiştir.
	KDH önderliği örgüt içinde ortaya çıkan farklı anlayışlarla mücadeleden, bunları politize ederek ayrıştırmadan hep kaçmıştır “Karıştır/barıştır!” oportünist siyasetini tercih etmiştir. Farklı görüşleri örgüte ve dışına yansıtmak yerine redaksiyon adı altında “sansür” etmiştir. Yayınlarında ortaya koyduğu anlayış ise bununla taban tabana zıttır. Devrimci hareketi “içindeki farklı görüşleri kamuoyuna yansıtmamakla, ideolojik birlikten din birliğini anlamakla” eleştirdikten sonra kendisinin bu alandaki erdemlerini sıralar. “Farklı görüşlerin özgürce örgüt platformlarına taşınması, azınlık hakları, eğilim oluşturma vb.” hakların güvence altında olduğunu söylemekte ve yazmakta hiç bir sakınca görmez.
	Ama örgüt içinde birileri çıkıp bu hakları kullanmaya kalkınca işler karışır. Kişisel karalamalarla, şantajlarla, örgütsel tedbirlerle bu hakların önü kesilmeye çalışılır. Seçme ve seçilme hakkı, seçim sonuçları hoşlarına gitmediği için gasp edilmeğe çalışılır. Meşru mücadele yollarının önü kesilir. Siyasal pratik, davranış kendini dayattığı her olayda oportünizm kendini ele verir.
	KDH’nin oportünist kanadı kendi içinde iç mücadeleden kaçar ya da entrikayla bunu bastırmaya çalışır. Ama Politik Yayınından devrimci harekete bu konuda ders vermeye kalkmaktan da geri durmaz. Belirsiz bir tarihte kurulacak partinin “parti içi mücadelesi” üzerine ahkam keser. Halk buna “doğmamış çocuğa don biçme” diyor. Bizse bir adım önünü göremeyenlerin, kavrayışı davranışa dönüştürmekten kaçanların doktirinerliğinin ve oportünistliğinin dışa vurumu diyoruz. Kavrayışımızı davranışa dönüştürmekten kaçan bu devrimci lafazanlardan KDH/Leninist Kanat olarak yolumuzu ayırıyoruz.
	Hareketin saflarını yarış içinde terk eden tasfiyecilerin, oportünistlerin yazı yazmamasından, farklı görüş belirtmemesinden yakınan oportünist kanat, kendi ilkesiz ve ideolojik-politik savaşım yeteneğinden yoksunluğun üstünü örtmektedir. Çünkü, görüşlerimizi ve farklılıklarımızı yazılı olarak örgüt platformlarına taşıma tutumumuz karşısında bu oportünistler “yılan gibi kıvrılarak” bu kez de bundan rahatsız olmuş, dehşete kapılmışlardır. Eleştirilerimizi ve görüşlerimizi temel alan bir tartışma ve mücadele yerine “bunun altında bir bit yeniği var” küçük burjuva mantığıyla devrimci kişiliğimizi hedef alan bir saldırıyı tercih etmiştir. Dün “örgüt kaçkınlarına ve yıkıcılarına” karşı “birlikte” mücadele ettiğimiz yoldaşların savrulmasını nasıl izah etmeli?
	“...Ve biz, en ön safta alnı açık çarpışan Martov yoldaşla birlikte o kadar çok kimseyi gücendirdiğimiz zaman, bardağı taşıran son damla Akselrod ve Martov yoldaşları gücendirmemiz oldu. Nicelik niteliğe dönüşmüştü. İnkarın inkarıydı bu. Bütün gücenenler, ortak hesaplarını unutarak ve gözyaşları içinde birbirlerinin kollarına atılarak, “Leninizm’e karşı isyan” bayrağını açtılar. İleri unsurlar, gerici unsurlara karşı başkaldırıyorsa, o zaman isyan harika bir şeydir. Devrimci kanat, oportünist kanada karşı başkaldırıyorsa, isyan iyi bir şeydir. Ama oportünist kanat, devrimci kanada karşı isyan ettiği zaman bu kötü bir iştir.” ( Lenin, Bir Adım Ileri Iki Adım Geri Syf. 262 Temel Yayınlar)
	Oportünist kanat tarafından ideolojik, teorik, örgütsel, ilkesel ve taktik tutumlardaki farklılıkların ortaya çıkarılacağı, netleştirileceği, etkileme ve etkilenme imkanlarının sonuna kadar kullanılacağı örgütlü mücadelenin önü kesilerek, tasfiye gündeme getirilmeğe çalışılmıştır. Örgüt yıkıcılarının ve kaçkınlarının ardından gözyaşlarını tutamayanlar, sorumluluklarını yerine getirmede de, haklarını sonuna kadar kullanmada da tavizsiz davranan, oportünist bir siyasal uzlaşma yerine devrimci bir saflaşmayı, herkesin kendi bayrağı altında mücadele ettiği bir ayrışmanın veya ilkeli bir mücadele sonucunda ortaklaşmayı, ileri çıkmayı öneren yoldaşlarımızı tasfiye ederek bir an önce yakalarını kurtarmanın derdine düşmüşlerdir.
	Yoldaşların merkezi komitelere açılan yazılarında “örgüt yıkıcılığı” yaptıkları, “hareketin meşrutiyetini” tartıştıkları gibi keyfi, her türlü maddi bilgi ve belgeden uzak yorumlar yapılarak, tasfiyenin yolu döşenmeğe çalışılmıştır.
	Muhataplarımızın yürüttüğü, entrikacı, liberal, tasfiyeci ve oportünist siyaset MK'yı ve örgütü gerçek, ama yeterince olgunlaşmamış, buna fırsat verilmemiş bir örgütsel-siyasal bölünmeyle yüz yüze getirmiştir. Böylece MK Leninist siyaset tarzını benimseyenlerle, oportünist siyaseti benimseyenler temelinde iki kanada ayrılmıştır. MK’nın oportünist kanadı “bataklığa gitmekte, biz de gitmemekte özgürüz!”

Kahrolsun Oportünist Uzlaşma
 Yaşasın Devrimci Arınma Ve İleri Çıkma!

Marks marx engels marxist marksist marksizm leninist leninizm komünist komünizm sosyalist sosyalizm kıvılcımlı yol nazım hikmet ran TKP mustafa suphi, ekim devrimi paris komünü komünist parti devrim işçi emekçi işçi sınıfı proleterya sınıf savaşı bolşevik bolşevizm  enternasyonal komünist enternasyonal ulusların kendi kaderini tayin hakkı 1 mayıs emperyalizm emek sovyetler ekim kdh kdh/l kdhleninist leninist devrimciler leninist ışık myo demokrasi demokrat liberal liberalizm ihtilal ihtilalci yol platform ulusal sorun 8 mart revizyonizm ışıklı yol melez merkezci sosyalist devrim proleter devrim proleter sosyalist devrim maya dabsen devrimci güçbirliği myo oportünizm oportünist gelenek amaç ve ilkeler orak çekiç kızılyıldız çark dünya ideoloji ideolojik teori teorik pratik örgüt örgütsel kadro aydın 19 ondokuz aralık ajitasyon propaganda

1