Dalai Lama'nın "Tibet'e Özgürlük Konseri" için yaptığı bir konuşma... 

"Sevgili Dostlarım,   
8 Nisan 1997  
Gençlik, yaşamlarımızdaki çok özel bir dönemdir; kendimize bakabildiğimiz halde çok az zorunluluğumuzun olduğu bir dönem. Bu nedenle düşünce ve eylem özgürlüğümüz ve esnekliğimiz vardır. Gelecek çok açık olduğundan istediğimiz gibi davranmakta kendimizi özgür hissederiz. Bu fırsatı daha sonradan pişmanlık duymayacağımız şekilde kullanabilmek önemlidir. Eninde sonunda hepimiz özgürlüğümüzü kısıtlayan yükümlülükler ediniriz.  

Genç insanlara gelecekle ilgili umutlarını sorduğumda ne kadar azının sadece mutlu olmak istediğini söylediğini gördüğümde hayrete düştüm. Fakat bu gerçek değil midir? Bütün planlarımız mutluluk ve refah için bel bağladığımız temel bir arzuya bağlı değil midir? Bunu farklı şekillerde ifade etmemize rağmen, insan olarak ortak yanımız varlığımızın özünde mutlu olmak için taşıdığımız arzumuzdur. İşte bu nedenle mutluluğun kaynağı olan sakin ve sevinçli bir zihni nasıl yaratabileceğimizi araştırmak önemlidir.  

Kendi sınırlı deneyimimde, mutluluğun tek kaynağı sevgi ve şefkat olmuştur; başkalarına karşı hissedilen nezaket ve sevecenlik. Diğerlerine karşı dostça davranıp, onlara güvendiğiniz takdirde kendinizi daha sakin ve rahatlamış bulursunuz. Çoğunlukla ya diğer insanları yeterince iyi tanımadığımız, bir şekilde bizi tehdit ettiklerini yada bizimle rekabet içinde olduklarını düşündüğümüz diğer insanlara karşı hissettiğiniz korku ve şüphe duygularını kaybedersiniz. Sakin ve huzurlu olduğunuzda zihninizin net bir şekilde düşünebilme yeteneğini en iyi şekilde kullanabilirsiniz. Böylece her ne yaparsanız yapın bunu daha iyi bir şekilde yapabilirsiniz.   

Diğer yanda öfkeye kapılmış bir insan gördüğümüzde herhangi bir şeyin onu “deli” ettiğini söyleriz. Bu çok doğrudur: Öfkeye kapıldığımız zamanlarda aklımız körleşir. Bundan sonra şiddete başvurmamız daha kolaydır. Bazen güç yada şiddet kullanmak bir sorunu çözmenin en kolay yolu gibi gözükebilir. Fakat şiddet önceden tahmin edilemez ve çoğunlukla yıkıcı olması nedeniyle neticede iyilik yerine yıkım getirir. Benzer şekilde uyuşturucuların da sizi daha mutlu yaptığını düşünebilirsiniz; fakat uyuşturucu bulamadığınızda yada etkisi azaldığında kendinizi eskisinden daha kötü hissedersiniz. Olumsuz duygular gibi uyuşturucular da aklımızı karıştırır ve doğal farkındalığımızı bozar.   

Ait olduğum Budist gelenekte yaşamın değerine olan algımızı yitirmemek için düzenli olarak ölümü düşünürüz. Doğal olarak hepimiz huzur içinde ölmek isteriz. Şüphesiz yaşamlarımız hırs ve şiddet içinde geçtiyse yada zihinlerimiz öfke, bağımlılık yada korku gibi duygularla alt üst olduysa huzurlu bir ölüm bekleyemeyiz. Bu yüzden iyi bir şekilde ölmek istiyorsak önce yaşamlarımızı iyi bir şekilde yaşamalıyız: Zihinlerimize ve yaşam tarzlarımıza barış ekmeliyiz.  

Burada şiddet karşıtı eylemle bir ilişki görüyorum. Şiddet karşıtı olmak sadece şiddet göstermemekten daha anlamlı bir şeydir. Eğer başkalarına yardım edebiliyor ve hizmet verebiliyorsanız bunu yapmalısınız anlamına geliyor. Eğer yapamıyorsanız en azından diğerlerini incitmenize engel olmalısınız. Dahası  şiddet karşıtı olmak sadece insanlarla ilgili bir şey değildir. Aynı zamanda ekolojiyi, çevremizi ve gezegenimizi paylaştığımız tüm diğer canlılarla olan ilişkimizi de kapsar. Diğer insanlara gösterdiğimiz nezaket, sevecenlik, ve ilgi bir lüks değil, sağlıklı ve mutlu olabilmek girdiğimiz bir haldir." 

 
1