________________________________________________________

TEBESSUM

Küçük kız,hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.Bu gülümseme adamın kendini iyi hissetmesine sebep oldu.

Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı.Hemen bir not yazdı, yolladı.

Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle; ama öyle minnettar oldu ki… İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir aprtmanın bodrumundaki tek odasının yolunu tuttu.

Öyle neşeliydi ki,bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.

Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı…

Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar… 

Bütün bunların hepsi beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu...

 

_______________________________________________________

 

DUVAR

Hastanenin bir koğuşunda üç kötürüm bulunuyordu. Bunlardan koğuşa ilk gelen, pencerenin önüne,  ikincisi ortaya, üçüncüsü ise kapı kenarına yatırılmıştı. Ortadaki hasta iyimser bir adam olduğu için neşeli konuşmalarıyla diğerlerini eğlendiriyor ve acılarını azaltmaya çalışıyordu.

Soğuk bir kış gecesinde pencerenin yanındaki hasta öldü. Onu kaldırdıktan sonra ortadaki hastayı  pencerenin önüne, kapının yanındakini ise ortaya yatırarak boşalan yere yeni bir hasta getirdiler.Pencere önüne alınan iyimser adam, dışarıda gördüklerini arkadaşlarına anlatmaya başladı. Yol kenarındaki parkı, dev çınar ağacını, cıvıldaşan kuşları, işlerine koşuşuan insanları, neşeli çocukları ve karşı dağdaki çiçek dolu tarlaları uzun uzun anlatarak çaresiz durumdaki arkadaşlarını rahatlatıyordu.

Adam bir müddet sonra gelip geçenlere isimler takmaya başladı. Öteki hastalar, sabahları işe gidenlerin, seyyar satıcıların ve akşam vakti yorgun argın eve dönenlerin hikayeleini dinleye dinleye, onları gözlerinin önünde canlandırabiliyordu.Kısa süre sonra hastanenin ruha ağırlık veren havası dağılmış ve bir türlü geçmek bilmeyen saatleri tatlı hikayeler doldurmuştu.

Bir gün, ortadaki adamın aklına ansızın bir fikir geldi. Eğer pencerenin önündeki hastaya birşey olacak olsa oraya kendisi geçecek, dışarıdaki renkli ve canlı hayatı bizzat kedi gözleriyle görecekti.Bu düşünce günlerce kafasın da yer etti. Yattığı yerden hep bunu düşünüyor, ve çareler araştırıyordu. Sonunda onu da buldu. Pencerenin önündeki hastaya sık sık kriz geliyordu. Adam bu durumda komidinin üzerindeki ilacına güçlükle uzanıyor ve odada hastabakıcı bulunmadığı için ilacı kendisi alıyordu.

Bir gece pencerenin önündeki hestaya yine bir kriz geldiğinde, ortadaki hasta büyük bir gayretle doğrularak onun ilacını deviriverdi. Şişe yere düşmüş ve paramparça olmuştu.

Ertesi sabah, pencerenin önündeki hastayı ölü buldular. Ve onu kaldırdıktan sonra, ortada yatan hastayı cam kenarına geçirdiler.Adam, göreceği manzaranın heyecanıyla dışarı baktığında beyninden vurulmuşa döndü.

Pencerenin birkaç metre ötesinde, simsiyah duvardan başka hiçbir şey yoktu.

 

____________________________________________

 

 

 

KEYİF 

Kervanın yolunu eşkiyalar kesmişti. Herkesi soyup soğana çevirdiler. Kervanda çok fakir bir adam vardı. Soyulacak hiçbir şeyi yoktu. Eşkiyaların biri onu kenara itti:

-Sen çekil beybaba, sende iş yok!... Biz, zengin adamlarla uğraşıyoruz...

Adamda bir kenara çekilerek çubuğunu keyifli keyifli tüttürerek oturdu.

Eşkiyalar herkesi soyduktan sonra gittiler. Kervanın soyulan zenginlerinden biri adama bakarak:

-Ayıp ettin hemşerim, dedi. Eşkiyalar bize etmediğini bırakmadı. Sen orada keyif çatıyorsun.

Fakir tebessüm ederek:

-İnsaf yahu dedi. Kırk yılda bir züğürtlüğün keyfini çıkaralım dedik. Onu da mı çok gördünüz?

 

________________________________________________________

 

İZLER

Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldı. "Eski gazeteniz varmı, bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim, ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandalatler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri girin de size kakao yapayım." dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri.

Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işleri yapmaya koyuldum. Oturma odasında ki sessizlik dikkatimi çekti. Bir an kafamı uzattım  içeriye küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu. Erkek çocuğu bana döndü ve "Bayan, siz zenginmisiniz?" diye sordu.

"Zengin mi? Yo hayır!" diye cevaplarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı.

Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım." dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi, ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte birşey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler.

Başımızı sokacak evimiz vardı. Bir eşim vardı ve eşimin de bir işi, bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri halının üzerindeydi hala. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de.

Olur ya; unutuveririm ne denli zengin olduğumu...

 

___________________________________________

 

MİNİK KIZ

Bir zamanlar çok sevdiği kadınla evlenmiş mükemmel bir adam varmış. Sevgileriyle bir kız çoçuğu yetiştirmişler.  Adam bu sevimli ve zeki kız çocuğunu çok sevmiş. Daha minicikken onu kucağına alır, ağzıyla melodi tutturur ve odanın etrafında onunla dans eder, 'Seni seviyorum minik kız' dermiş.

Bu mükemmel adam minik kızı hep kucağında büyütmüş ve 'Seni seviyorum minik kız' demiş. Minik kız ara sıra sinirlenir, 'Ben artık  senin minik kızın değilim' dermiş. Adam güler 'Sen her zaman benim minik kızım olarak kalacaksın.' dermiş. Artık minik olmayan kız, bir gün evden ayrılmış ve gerçek dünyanın kapılarından girmiş.

Kendisiyle ilgili daha fazla şey öğrendikçe babasını daha iyi tanımaya başlamış. Onun gerçekten mükemmel ve güçlü biri olduğunu anlamaya, olumlu yönlerini görmeye başlamış. En önemli yönlerinden biri, ailesine  sevgisini ifade edebilmesiymiş. İstediği kadar büyümüş ve dünyaya açılmış olsun, babası onu hala tanına çağırır ve 'seni seviyorum minik kız' dermiş.

Artık minik olmayan minik kız bir gün birtelefon almış. Mükemmel babası ağır hastaymış. Felç geçirmiş. Babasının konuşamadığını söylemişler. Hatta kendisine söylenenleri bile anlayıp anlamadığından şüpheli olduklarını belirtmişler. Artık gülümseyemiyor, gülemiyor, kucaklayamıyor, dans edemiyor ve artık minik olmayan minik kızına onu sevdiğini söyleyemiyormuş.

Babasının yanına gitmiş. Odaya girdiğinde babası gözüne çarpmış. Ufacıkmış, artık güçlü görünmüyormuş. Babası ona bakmış, konuşmaya çalışmış ama başaramamış. Minik kız yapabileceği tek şeyi yapmış. Yatağa, mükemmel adamın yanına uzanmış. İkisinin de gözlerinden yaşlar gelmiş. Kollarını babasının hiç bir şey hissetmeyen omuzlarına dolamış. Başı babasının göğsünde çeşitli şeyler düşünmüş. Geçmişteki güzel günleri, babasının onu nasıl koruduğunu ve sevdiğini hatırlamış. Kaybedeceği şeylerden dolayı, onu rahatlatan o sevgi sözcüklerini artık duyamayacağından kederlenmiş.

Sonra babaının kalp atışlarını hissetmiş. Müziğin ve cümleciklerin yaşadığı bir kalbin atışlarıynış bunlar. Babasının kalbi atmaya devam etmiş, vücudunun diğer kısımlarına inen felçten habersizce atıyormuş.

Ve minik kız orada yatıyorke inanılmaz bir şey gerçekleşmiş. Duymak istediklerini duyuvermiş. Babasının kalbinden artık dudaklarından dökülemeyen cümleler dökülüvermiş: 'Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum, minik kız , minik kız, minik kız...'

Minik kız rahatlamış...

 

___________________________________________

 

KAZ KAFALILAR

Eminim hepiniz göç eden kazları havada süzülürken görmüş,'V'şeklinde bir formasyonda uçtuklarını fark etmişsinizdir.Bilim adamları araştırmış,'Bu kazlar neden 'V'şeklinde uçarlar? Sonuçta kazların hiçte kaz kafalı olmadıklarıya çıkmış.

'V' formatinda uçarken, kanat çırpan kuş hemen arkasindaki kuş için onu kaldıran hava akımı oluşturuyor. 'V' şeklinde uçan kaz grubu, birbirlerinin kanat çırpışlarındaki hava akımını kullanarak, uçuş menzillerini yüzde 71 oranında uzatıyorlar. Yani tek başlarına gidebilecekleri maksimun yolu neredeyse ikiye katlıyorlar.

Bir kaz grubu, 'V' grubundan çıktığı anda uçmakta güçlük çekiyor. Çünkü kaldıraçla hava akımının dışına çıkmış oluyor. Bu yüzden tek kalan kaz hemen 'V'ye katılıyor ve onun gücünü kullanıyor.

Başta giden 'V' lideri yorulduğunda hemen arkaya geçiyor ve arkasindaki lider konumuna geçiyor. Bu değişikliği sürekli yapıyorlar.

Gerideki kuslar grup yavaşladığında bağırarak öndekileri ikaz ediyorlar. 'V' formasyonundaki bir kus hastalanır yada bir avcı tarafından vurulursa, düşen kusa yardim etmek üzere formasyondan iki kaz ayrılıyor ve korumak üzere yanına gidiyor.

Tekrar uçabilene -yada ölümüne- kadar onunla beraber kalıyorlar. Sonra bir başka 'V' formasyonuna katılıp, kendi gruplarına ulaşıncaya kadar onlarla beraber uçuyorlar.

 

___________________________________________

 

HEDİYE

Karla örtülmüş sokakta sağa sola koşuşuyor ve rastladığı kişilere, avucunda tuttuğu şeyi gösteriyordu:
-Bak, abla ne verdi!..
Hadiseyi baştan itibaren görmüş, fakat ne olduğunu tam anlayamamıştım. Okudan çıkan liseli kızlardan biri yanına yaklaşmış ve yanağına bir öpücük kondurup, küçük avuçlarına birşeyler bırakmıştı. Beş altı yaşlarında olduğu anlaşılan yavrucuk, kızın arkasından şaşkın şaşkın baktıktan sonra büyük bir sevinçle yerinden fırlamış ve belki de şimdiye kadar kendisine verilen o tek hediyeyi, başkalarına göstermek istemişti.
Sıra bana gelmiş olmalı ki, gülen gözlerle bana bakıp aynı cümleyi tekrarladı:
- Bak, abla ne verdi!..
O değerli hazinesine duyduğum merakla küçük ellerini aralayıp baktım. Soğuktan morarmış avuçlarında, erimeye başlayan bir kartopu tutuyordu. Hemde dizlerine kadar kara gömülmüş vaziyette...
Çocuk, hızla kaybolmakta olan hazinesini birkaç kişiye daha göstermek arzusuyla koşarak yanımdan uzaklaştı.
Sokağın ilersindeki bakkala onun kim olduğunu sorduğumda:
-Anne ve babasını bir kazada kaybetti, dedi. Ona, "mahallenin yetimi" derler...

 

___________________________________________


SÜT SAATİ

Şehrin en lüks apartmanları arasında sıkışıp kalan bahçede topal bir kedi yaşıyordu. Ana caddedeki yoğun trafikte ayağı ezildiği için buraya yerleşmek zorunda kalan hayvancık, çevre binalardan atılan yiyeceklerle kısa zamanda gelişti ve bir yıl sonra anne oldu. Yavruları doğmadan önce ihsan edilen bazı duygular, herşeyini onlar için feda etmesi gerektiğini söyler gibiydi. Apartman sakinleri, yavruların güzelliğine dayanamamış ve onları birer ikişer paylaştıktan sonra, en çirkin ve zayıf olan dişi bir yavruyu kendine bırakmıştı. Anne kedi yavrularının iyiliği için bu duruma katlanmış ve bütün şefkatini elinde bırakılan yavrusuna tahsis etmişti.

Apartmandakiler aradan birkaç mevsim geçince, anne ve kızının aynı zamanda doğum yaptığını gördü. Topal kedi ikinci defa annelik lezzetini tattığı günlerde büyükanne de olmuştu. Fakat bazı konularda tecrübeli sayıldığı için sadece kendi yavrularını emziriyor ve ara sıra kaçamak yapıp kendisinden süt emmek isteyen torunlarını kovarak annelerine gönderiyordu. Öyle ya her yavru kendi annesinden süt emmeli ve o eşsiz sevgiyi paylaşmalıydı. Apartman sahipleride bu durumu farketmiş ve büyük annenin yaptıklarını normal karşılamıştı. Hatta yanlışlıklada olsa onun torunlarının emzirmeeceğine dair iddiaya girenler vardı.

Kedilerin yaşadığı bahçeye bakarak günlük sıkıntılaının gidermeye çalışanlar, her zaman şahit oldukları durumun bir gün aniden değiştiğini görerek hayrete düştü. Yaşlı kedi kendi yavrularının arasına torunlarını da almış ve o güne kadar bir damlasının bile vermediği sütünü cömertçe ikram etmesi yetmiyormuş gibi, onları yalayarak temizleme işini de üstlenmişti. Artık kendi için hiçbir yavru, diğerlerinden farklı görünmüyordu
İyice acıkmış olan kedicikler, kendilerini tam zamanında misafir eden bu şefketli kucakta beslenirken, annelerinin dört saat kadar önce bir araba alyında kaldığından habersizdi.

___________________________________________

 

|ana sayfa| |fıkralar|  |resim geçidi|  |karikatürler|  |kimya hakkında|


 |benim hakkımda|  |altı çizili satırlar|  |linkler|  |ailem|  |sayıların dili|

 

 

 

 

 

 

1