Deprem Işıkları: Tarihçe ve Teoriler-1
Sefer Murat AKSOY
Bağımsız UFO Araştırmacısı
Tarihçe
Eski zamanlardan beri gizemli ışıklarla depremler arasında bağlantı kurulmuştur (Berlitz, 1990; Derr ve Persinger, 1999). Depremlerle ışıklar arasındaki ilişki üzerine kayda geçen ilk rapor, bilindiği kadarıyla M.Ö. 373 yılında Yunanistan-Helike yöresinden gelmiştir. Bunun yanı sıra, Japonların konuyla çok yakından ilgili olduğu bilinmektedir. Öyle ki, "Haiko" adı verilen eski Japon şiirlerinde bile deprem ile garip ışıklar arasındaki olası bağlantı vurgulanmıştır (Devereux, 1982). Hatta bir haiko mısralarında şöyle denilmektedir: "Yer, usulca dağa fısıldadı; Dağ titredi ve göğü aydınlattı" (The earth speaks softly, To the mountain, Which trembles, And lights the sky). Japonlar, deprem ışıklarına "Samurailerin Ruhu" anlamına gelen "Hito Dama" adını vermişler hatta bazı Japon banknotlarının (paralarının) üzerinde de İmparator Hirohito'yu bir ışık topu içinde göstermişlerdir (Dr. Mikdat Kadıoğlu, Çeşitli İnternet Alıntısı, Gazete ve TV Notları). Yine, Eski Japonya'da, Çin'de ve Hindistan'da bu tür gizemli ışıkların görüldüğü yerler kutsal olarak kabul edilmiş, buralara tapınaklar yapılmıştır. Mesela Hindistan'daki tapınakların yapılış amaçları ortalıkta dolaşan "Kayıp Ruhların" bir yerde toplanıp, orada bir ev edinmesini sağlamaktır.
Kısacası, tarih boyunca gizemli ışıkların görüldüğü yerlere dini tapınaklar yapılmıştır. Yoksa, bu yerler dinlerce kutsal sayıldığı için böylesi mistik ışıklar gözlenmemiştir; yani, dinlerin varsaydığı bazı kutsal ögelerin kendilerinden menkul olmadığı, aksine doğa olaylarının yanlış yorumlanması sonucunda, bu tür şeylerin sanki doğaüstü gibi gösterilmeye çalışılmasından kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Oysa ki, akıl ve mantık kullanıldığında dinlerce, gerçekliği öne sürülen bazı sözde kanıtların içlerinin ne kadar boş ve işe yaramaz olduğunu görmek son derece kolaydır; mistik olduğu varsayılan ögelerin aslında son derece mütevazı ve doğal açıklamaları olduğu görülerek, her türlü hurafe ve yobazlığın yanlış olduğunu ispat etmek son derece basit bir iştir.
Tektonik etkinliğin oluşturduğu ışık türleri, Neolitik Çağ'da yanlış yorumlama sonucu verilen dinsel önem yüzünden, tıpkı İngiltere'deki Stonehenge ve Karnak gibi, büyük taşlarla ve hiç harç kullanılmadan yapılan bir mimari tarzın doğmasına neden olmuşlardır. Nitekim, hem Stonehenge hem de Karnak düzensiz tektonik faaliyetlerin etkin olduğu bölgelerde yer almaktadır (Devereux, 1982; Berlitz, 1990). Yapılan bazı ölçümler sonucunda, buralarda çeşitli radyasyon tiplerinin olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, söz konusu taş yapıların kendiliğinden statik boşalım faaliyeti yaptıklarını gösteren raporlar da mevcuttur. Tarih öncesi kutsal yerlerin gizemli ışıklarla ilişkilendirilmesine başka bir örnek de Fransa'nın Drauguignan yöresindeki "Pierre de la Fee" dolmenidir. Bu adın anlamı "Peri Kayası"dır. Eski bir rivayete göre, buradaki topraktan garip ışıkların ya da alev benzeri fenomenlerin göğe doğru yükseldikleri görülmüştür (Devereux, 1982). Buna benzer bir başka örnek de İsveç olarak gösterilebilir. Başkent Stockholm'ün yaklaşık 40 kilometre kuzeyinde yer alan tarih öncesi megalitik bir site yakınlarında sık sık UFO gözlemleri yapılmaktadır (Devereux, 1982).
Tüm tarih boyunca, özellikle kırık fay hatlarının yoğunlaştığı ve tektonik aktivitenin arttığı yerlerden kabul edilen dağların zirvelerinde de bu tür garip ışık boşalmalarına tanık olunmuştur. Bilim adamları bu ilginç olaya "Dağ Zirvesi Boşalımı ya da Işıması" (mountain-top-glow) adını vermişlerdir. Benzeri pek çok olay, birçok dağ bölgesinde gözlenmiş olup yöre halkları tarafından son derece yanlış bir yorumla, bu tür yerlere dinsel veya kutsal bir önem verilmiştir (Berlitz, 1990). Örneğin, Kai Shan Dağı'ndaki Çin tapınağı, Athos Dağı'ndaki Yunan manastırı ya da Amerikan Kızılderilileri tarafından kutsal olarak kabul edilen Shasta Dağı gibi birtakım dinsel saygı belirtisini ifade eden yerler bunların arasında sayılabilir. Yine çok benzer fenomenler, Güney Amerika'daki And Dağları'nda ve Avrupa'da Alpler civarında gözlenmektedir. Özellikle, And Dağlarındaki gizemli ışıkların fırtınasız ve bulutsuz günlerde veya gecelerde gözlenmesi "Top Şimşek" (ball lightning) açıklamasını geçersiz kılmaktadır.
Yine, bu dolaşan mistik ışıklar eski zamanlardan beri folklorun bir parçası olarak "Peri Işıkları ya da Hayalet Işıklar" (Spook Lights) olarak adlandırılmıştır (Bord ve Bord, 1989). Örneğin, 20. yüzyılın başlarında, Galler'in Harlech yöresinde gözlenen hayalet ya da mistik ışıkların, ana fay hattının geçtiği bir bölgede meydana geldiği anlaşılmıştır (Berlitz, 1990). Benzer örnekleri dünyanın hemen hemen her yerinde görmek mümkündür. Örneğin, Wanaque Reservoir, Yakima, Ozark veya Piedmont hayalet ışıkları gibi. Ayrıca, Bermuda Şeytan Üçgeni ile Japon Ejder Üçgeni yöresinde sık sık gözlenen ışıklı cisimler belki de buraların gerçekten tektonik olarak aktif bir deprem kuşağında yer almaları ile açıklanabilir (Berlitz, 1981; Berlitz, 1982; Good, 1998). Yine, bu tür hayalet ışıkların "trenlerin ya da demiryollarının" yakınlarında sıkça gözlenmeleri öteden beri bilinen bir gerçektir. Üstelik, bazı uzmanlar rayların üzerinde ya da civarında görülen mistik ışıkların, tıpkı Tektonik Gerilim Teorisi'nde olduğu gibi (piezo-elektrik mekanizması) kolayca açıklanabileceğini düşünmektedir (Sachs, 1981). Örneğin, rayların ve traverslerin etrafındaki granit kaya ya da taş parçaları quartz taşırlar. Bu taş parçalarının üzerinde yer alan raylardan yüzlerce ton ağırlığındaki trenler geçtiğinde -aynen piezo-elektrik olayında sismik aktivitenin kaya tabakalarına uyguladığı basınç gibi-, kaya parçalarının üzerine korkunç bir yük biner ve böylelikle rayların altındaki quartz barındıran taş parçaları belli bir basınca maruz kalır; bunun sonucunda, quartz kristalleri elektrik üretir. Bu elektriksel boşalma da, demiryolu yakınında ışıklı cisimlerin ya da hayalet (peri) ışıklarının görülmesine yol açar.
Deprem öncesinde, sırasında ya da sonrasında gözlenen tuhaf ışıkların varlığı çok eski devirlerden beri bilinmesine karşın, bilimin bu olgunun gerçekliğini kabul etmesi oldukça fazla zaman almıştır. Hatta, yakın bir zamana kadar "Deprem Işıklarının" varlığı bilim tarafından ihmal edilmiş ya da inkar edilerek yok sayılmıştır adeta. Ancak, özellikle son yıllarda elde edilen gözlemler, bilgiler, çalışmalar ve kanıtlar sonucu bu önyargı yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Ne var ki, bu tür ışıkların (veya ışımaların) varlığını şüpheyle karşılayarak, tüm bunların sadece asılsız bir söylentiden ibaret olduğunu düşünen bilim adamlarına rastlamak da mümkündür (Corliss, 1982).
Deprem ışıkları konusunu ciddi olarak ilk ele alan araştırmacı İtalyan jeolog Ignazio Galli olmuştur. 1910 yılında yayınlamış olduğu bilimsel bir makalesinde, Galli depremler sırasında, öncesinde veya sonrasında gözlenen bazı ışık olaylarını incelemiştir (Devereux in Spencer & Evans, 1988). Ignazio Galli, geceleri kutuplarda görülen renkli ve hareketli ışıklar ya da ışık sütunları, elektrik kıvılcımları ve ışık topları gibi görünür spekturumdaki ışık olaylarının sismik faaliyetlerle çok yakından ilişkili olduğunu belirterek, bu tür olayların oldukça sık meydana geldiğini öne sürmüştür. Daha sonraki yıllarda ise, yani 1910 ile 1930 arasında bu konuyu ele alan kişi, Olağanüstü Olayların (fortean events) Olağanüstü Araştırmacısı olarak nitelendirilen Charles Hoy Fort olmuştur. Yaptığı çalışmaların bilimsel olarak kabul edilmemesi yüzünden, Charles Fort'un çabaları da dikkate alınmamış ve "depremlerle gizemli ışıkların arasındaki olası bağlantı" olgusu bilim çevreleri tarafından yine ihmal edilmiştir.
1930'lu yıllarda ise Japon araştırmacılar Torahiko Terada ve Kintiki Musya, Ido Yarımadası depreminde gözlenen tuhaf ışıklı olaylara ait 1500 raporu incelemişler ve depremin dış merkezinden yaklaşık 112 kilometre ötede de bu tür ışıklı fenomenlerin gözlenebileceğini öne sürmüşlerdir (Devereux, 1982). 1950'li ve 1960'lı yıllarda ise bu konu Alman araştırmacı Kurt Kalle tarafından ele alınmış, özellikle depremler ile denizlerde gözlenen ışıklı fenomenler (USOlar ya da sea lightwheels) arasında bir ilişki olabileceğini iddia etmiştir. Fakat, öne sürdüğü teori yüzünden bazı eleştiriler almıştır (Michael Shoemaker in Moore, 1995). Deprem ışıklarına ait ilk fiziksel deliller ise, 1965 ile 1967 yılları arasında Japonya-Matsushiro Deprem Fırtınaları (earthquake swarms) sırasında sıkça gözlenen tuhaf ışıkların fotoğraflarını toplayan Japon araştırmacı T. Kuriyabashi'den gelmiştir.
Yine, 1960'lı yıllarda John Keel meseleyi ele almış ve olağandışı ışıklar ile fay hatları ve manyetik anormallikler arasında bir bağlantı olabileceğini öne sürmüştür (Dr. Mikdat Kadıoğlu, İnternet Alıntısı). Daha sonra ise, ünlü UFO araştırmacılarından Frederick Lagarde depremlerle ışıklar arasındaki korelasyonu somutlamaya gayret göstermiştir. Lagarde, depremler ile UFO benzeri ışıklı cisimler arasındaki ilişkiyi salt istatistiksel veri analizini kullanarak ispat etmeye çalışmıştır. Bu yüzden de Lagarde'nin çalışmaları o güne kadar kabul edilen en ciddi araştırma olarak nitelendirilmiştir. Hatta Frederick Lagarde UFOCAT datasını kullanarak yaptığı korelasyon çalışmaları sonunda belirttiğine göre depremler UFO ya da ışıklı cisimler arasında % 80'lik pozitif yönde bir ilişki vardı (Rutkowski in Spencer & Evans, 1988). Ama daha sonra bazı araştırmacılar, onu sert biçimde eleştirdiler. Çünkü, Lagarde önemli metodolojik (yöntemsel / yöntembilimsel) hatalar yapmıştı. Örneğin, UFOCAT datasından IFOlar (Tanımlanabilen Uçan Cisimler) yani uçak, helikopter, füze, balon, havai fişek gibi unsurların yanlış olarak UFO diye değerlendirilmesiyle oluşan "yanlış alarmlar" (false alarm), eldeki datanın neredeyse tümünü kirletiyordu. Yani, UFOCAT datasının içinde, deprem ışığı olarak analize sokulan UFO raporlardan hatırı sayılır bir kısmının uçak ya da helikopter ışıklarının veyahut bazı doğa olaylarının yanlış olarak değerlendirilmesinin bulunduğu bilinmekteydi. İşte bu yüzden ortaya çıkan % 80'lik pozitif korelasyon tamamen bir yanılsamadan oluşmakta, bu iki değişken, yani deprem ve ışıklar arasında olan gerçek bağlantının boyutunun daha küçük bir korelasyonla ortaya çıkması gerekiyordu. Kaldı ki, iki değişken arasındaki olası korelasyon sonucu varsayılan "deprem-ışık" ilişkisinden herhangi bir neden-sonuç ilişkisi çıkarmak bilimsel açıdan pek mümkün görünmüyordu. Yani, sismik hareketlerin (ya da depremlerin) garip ışıklara mı ya da bu ışıkların depreme mi yol açtığını düşünmek en azından eldeki bilimsel parametreler (kıstaslar) açısından imkansızdı adeta. Dolayısıyla da, bu tür ışıkların deprem tahmininde kullanılabileceği iddiasının ne kadar abartılı bir önerme olduğu ortaya çıkıyordu. 1976 tarihinde Japon araştırmacılar olan H. Mizutani ve T. İshido ile diğer bazı arkadaşlarının yaptığı bir deneyde, sismik aktiviteler ya da deprem sırasında yer-altı sularının çalkalanarak yer değiştirmesi sonucu bir tür elektrik üretiminin, yani bir çeşit ışık fenomeninin elde edildiğine tanık olunmuştur.
1977 yılında konuyu tekrar ele alan Kanadalı UFO araştırmacısı, psikolog ve jeolog Michael Persinger ve onun çalışma arkadaşı Gyslaine Lafreniere oldu. Bu iki araştırmacı, UFO fenomenini jeolojik bulgularla bağdaştıran ilk kitabı yazma cesaretini gösterdiler. Uzay-Zaman Geçişleri ve Tuhaf Olaylar adındaki kitapta, Michael Persinger ve Gyslaine Lafreniere özellikle Kuzey Amerika kıtasını göz önüne alarak, UFO raporları ile tektonik faaliyetler ya da kırık fay hatları arasındaki olası ilişkileri incelemeye çalışmışlardır. Ama bazı kimseler, bu kadar büyük bir kıtasal alanda, bu kadar büyük tektonik hareketliliğin olduğu ve bu kadar çok UFOnun rapor edildiği bir yerde, sağlıklı ya da eksiksiz bir araştırma asla yapılamaz diye görüş belirttiler; çünkü onalra göre, böylesine büyük bir coğrafya ile başa çıkmak asla mümkün değildir (Devereux, 1982). Michael Persinger'e göre, kırık fay hatları boyunca üretilen gerilim (ya da basınç), kırık fay hatları boyunca var olan çeşitli mekanizmaları harekete geçirerek -yani, sismik aktiviteler sonucu atmosferle etkileşime girerek- ışıklı fenomenlerin gözlemesine yol açmaktadır. Persinger ve Lafreinere, kendi teorilerine Tektonik Gerilim Teorisi (tectonic strain theory) ya da Sismik UFO Teorisi (seismic ufo theory) adını vermişlerdir. Bu teorinin özü şudur; depremler ya da tektonik hareketlilik özellikle quartz kristalleri barındıran kaya kitleleri üzerine belirli bir basınç ya da gerilim uygular; bu gerilim yüzünden quartz içeren granit kayalar sıkışır, sonuçta piezo-elektrik adı verilen bir olay meydana gelir. İşte bu olay, quartz kristallerinin elektrik üretmesine neden olur. Daha sonra ise, açığa çıkan bu enerji yakınındaki havayı iyonize ederek (iyonlaştırarak) bazı ışıkların oluşmasına yol açar (Sachs, 1981; Berlitz, 1990). Böylece, orada bulunan herkes bir UFO ya da benzeri bir nesne görmüş olur. Persinger ve Lafreineire'ye göre, bu tür ışık toplarının görülebilmesi için illa ki büyük depremlere gerek yoktur, aksine küçük bir sismik hareketlilik yeterli olabilmektedir. 1981'de Dr. Brian Brady ve arkadaşlarının yaptığı bir deneye göre, sismik ışıkların laboratuvarda oluşması mümkündür (Devereux, 1982; Berlitz, 1990; Spencer, 1991). Çünkü, yapılan çalışmalarda ortaya çıktığına göre, quartz kristalleri taşıyan kaya parçalarına uygulanan suni basınç sonucu, laboratuvar şartlarında bile bu tür ışıkları üretmek kolaydır; üstelik yapılan deneylerde, sismik ışıkların hem kaya parçalarının üzerinde, hem de kayalardan bağımsız olarak, havada ve hareketli şekilde gözlenmiştir. Hatta Brian Brady, basınç altındaki kayalar tarafından oluşturulan elektro-manyetik alanların bu tür ışıklı görüntülere şekil veren "manyetik şişeler" olarak görev yaptığı varsayımını ileri sürmüştür. Bu deney, bir anlamda deprem ışıkları olgusunun laboratuvar şartlarında bir kanıtı olarak kabul edilse de bu yolla elde edilen tek kanıt değildir asla; yine bazaltik kayalarla yapılan laboratuvar deneylerinde de aynı ışımalar elde edilmiştir (Kurtuluş, 1999). Ama yine de Dr. Brady'nin kendisi bile, atmosferin üst katmanlarında gözlenen devasa ışıklı cisimlerin ya da UFOların sadece bu piezo-elekrik olgusu ile açıklanamayacağını, çünkü böylesine büyük olan ve çok uzağa kadar gidebilen bir fenomenin jeofiziksel olarak üretilmesinin neredeyse olanaksız olduğunu itiraf etmiştir. Tektonik Gerilim Teorisi daha pek çok noktadan dolayı ağır eleştiriler almıştır. Örneğin, bu tür ışıklar yani UFO benzeri ışıklar sadece sismik alanlarda değil, a-sismik alanlarda yani deprem bölgelerinin dışında da gözlenmektedir. Ayrıca, quartz taşımayan kayalardan da (örneğin, bazaltik kayalarda) deprem ışıklarına benzeyen fenomenlerin oluştuğu bilinmektedir (Rutkowski in Spencer & Evans, 1988; Kurtuluş, 1999). Üstelik, bilinmeyen şeyleri yalnızca bilinenlerle açıklama gayreti yetersiz olmakta ve buna bağlı olarak, Tektonik Gerilim Teorisinin, UFOlojik fenomenlerin çoğunu (örneğin, iyonosfere dış uzaydan giren dünyadışı uydular gibi) açıklayamadığı iyi bilinmektedir (daha ayrıntılı eleştiriler için "Deprem Işığı Olgusunun Eksileri" adındaki diğer makaleye bakın).
1982 yılında ise Paul Devereux ve jeo-kimyager arkadaşı Paul McCartney, Persinger ve Lafreineire'nin teorisini bıraktıkları yerden alarak, bunun üstüne kendi spektaküler ve abartılı düşüncelerini de ekleyip yeni bir UFO teorisi öne sürmüşlerdir. Bu teorinin adı Dünya Işıkları Teorisidir (Devereux, 1982; Spencer, 1991; Hough & Randles, 1995; Randles, 1995). Yani, bir anlamda, bu teori zihin çarpıtan dünya ışıkları olarak tanımlanabilir. Devereux'a (1982) göre, jeofiziksel mekanizmalarla oluşan UFO benzeri ışıklı cisimlerin çevresindeki elektrik alanı, gözlemi yapan tanığın beyni ile etkileşime girer ve sonuçta, her ikisi arasında bir empati, bir ilişki kurulur. O anda, zaten gördüğü ışığı UFO diye düşünmekte olan tanık, kendine uygun olan bazı hayalleri, yine kendi bilinçaltından çekip alır ve böylece, gözlenmekte olan plazma benzeri fenomen kendini hemencecik bu senaryoya görsel olarak uydurur. Kısacası, bu tür ışıklı bir fenomenden yayılan elektro-manyetik alanlar, yine o tanığın kendi beynindeki temporal lob bölgelerini etkiler (Hough ve Randles, 1995). Hatta, bu olayı Persinger'in kendisi de kabul etmektedir. Michael Persinger'e göre, deprem ışıkları tanığın beynini bir şekilde etkiler ve sonuçta onun bir UFOnun gördüğünü kabule etmesine yol açar. Fakat, Devereux işi biraz daha ileri götürerek şunu iddia eder: "sismik ya da jeofiziksel enerji emisyonları (yayılımları) beyindeki korteksi harekete geçirir" ve ilgisiz insanlarda bile gerçekmiş gibi algılanan birtakım halüsinasyonlara ya da hayallerin görülmesine neden olur. Aynı tür etkileri bazı uyuşturucu maddelerin yaptığı da bilinmektedir (Sagan, 1998). UFO gördüğünü öne süren bir tanık, gördüğü bu ışığın, kendi beynini etkilemesiyle birlikte bir uzaylı gördüğünü ya da bir egzotik bir yaratık tarafından kaçırıldığını iddia edebilir. Bir bakıma, sismik aktivitelerle açığa çıkan enerji insan beynindeki elektriksel oluşumları ve elektro-kimyasal süreçleri etkileyerek, bazı insanların hayallemesine ya da çok ilginç halüsinasyonlar görmesine neden olabilmektedir. Bu teorinin de, eleştiriye açık birçok noktası bulunmaktadır. Örneğin, neden her UFO gördüğünü iddia eden insan aynı zamanda bir uzaylı gördüğünü iddia etmiyor? Neden insanlar hep aynı tür hayalleri ve halüsinasyonları görmüş olsun? Eğer, UFO gördükten sonra insanların beyinlerinde bazı elektro-kimyasal değişimler meydana geliyorsa ve her insanın kendine özgü bir bilinçaltı var ise, o zaman bu alt-bilinçten ödünç alınan hayaller veya halüsinasyonların, tüm insanların sayısı kadar farklı içerik ve biçimde hayali senaryolar üretmesi gerekmez mi? Yıllardan beridir süregelen ve dünyanın hemen her yerinde her değişik kültürün her bir farklı sosyal katmanlarından gelen insanlar, neden hep aynı UFO tariflerini yapıyorlar ve neden hep benzer kaçırılma iddialarında bulunuyorlar? Tüm bunlar "global boyutlu devasa bir ortak kandırmaca planının" küçücük parçaları mı? Eğer bu sorunun yanıtı evet ise, o zaman kim ve neden böyle bir işe kalkışmış olsun ve ihtiyaç duyulan o kusursuz işbirliğini nasıl sağlamış olsun? İnsanlar, eğer hep benzer UFO olgularının tarifini yapıyorlar ise, o zaman bizler, aslında "UFOların nesnel ve doğru tanımının" yapılmakta olduğu sonucuna neden varmıyoruz? Kısacası, eğer hep aynı UFO ve uzaylı tarifleri yapılıyorsa, o zaman, bunu ortak hayaller ya da yanılsamalar olarak değil de, tam aksine "evrensel UFO fenomeninin nesnel bir algılanması" gibi değerlendirmemiz çok daha mantıklı ve çok daha doğru olacaktır şüphesiz. Kaldı ki, Kanadalı bir başka UFO araştırmacısı olan Chris Rutkowski (1984) yapmış olduğu detaylı ve kapsamlı bir çalışmasında Paul Devereux'a ağır eleştiriler getirmiştir. Ona göre, kurulan Dünya Işıkları Teorisi ile eldeki veriler, gözlem ve bilgiler arasındaki bağlantı oldukça zayıftır. Yani, bu teorinin bilimsellikle herhangi bir ilgisi yoktur. Bu yüzden, teorinin daha fazla araştırmaya ve sağlam kanıtlara ihtiyacı vardır (Spencer & Evans, 1988). Daha ayrıntılı eleştiriler için "Deprem Işığı Olgusunun Eksileri" adındaki diğer makaleye bakın.
Deprem Işıkları Çeşitleri
Genellikle, deprem ışıkları çok büyük bir çeşitlilik göstermektedir, örneğin: ışık veya ateş topları, plazmalar, auralar ya da kutup ışıkları, şimşekler, flaş çakımları, enerji sütunları, dağ zirvesi ışımaları, gökyüzü aydınlanmaları, St. Elmo ateşi, kıvılcımlar, ışıklı buharlar, parlak bulutlar, büyük ve küçük çaplı alevler ya da ateşler ve son olarak da suya girip, çıkan, su yüzeyinde gözlenen ya da su altında gözlenen alev topları, gibi.
Hatta, ünlü Condon Komitesi'nde bulunan Martin Altschuler depremle ilişkilendirilen gökyüzündeki ışıklı fenomenleri belli gruplara ayırmıştır (Corliss, 1986):
01. Belirsiz ve Ani Aydınlanmalar (şimşekler ve aydınlanmalar; ışık kıvılcımları ve ışık serpintileri; ince ışık şeritleri veya ışık bantları).
02. Kesin Olarak Tanımlanabilen Hareketli Işık Kütleleri (ateş kütleleri ya da top şimşekleri; dikey ışık sütunları; yatay veya eğik ışınlar; ışıklı burgaçlar-vorteksler).
03. Parlak Alevler ve Gazlar (alevler ve ateşler; küçük alevcikler; kıvılcımlar; ışıklı buharlar).
04. Gökyüzünün Fosforlu Biçimde Işıması ve Parlak Bulutlar (dikkat edilmesi gereken bir konu da, bu listede yer alan olayların çoğunun deprem öncesinde, sırasında ya da sonrasında açığa çıkan gazlarla yanmasından dolayı oluştukları gerçeğidir).
Dünyadan Bazı Örnekler
Şimdi de, tüm tarih boyunca dünyanın belirli yerlerinde gözlenmiş olan önemli deprem ışıkları olgusuna dair bazı örnekler vereceğiz (Corliss, 1982; Corliss, 1986). Depremle dünya ışıkları arasında olası bağlantıyı gösteren diğer kaynaklar da çok ilginçtir (Leslie ve Adamski, 1978; Good, 1998). Ayrıca, Türkiye'deki bazı depremlerle garip ışık fenomenleri arasındaki ilişkiyi gösteren kaynaklar da kolaylıkla bulunabilir (Sarıkaya, 1982 ve 1985; Yurdözü, 1993).
M.Ö. 373 yılında Yunanistan'ın Achaian Adasında literatüre geçen ilk deprem ışıkları görüldü.
M.S. 1257 yılında Japonya'da meydana gelen Kamakura depreminde, yeryüzünde oluşan çatlaklardan dışarıya doğru bazı mavimsi alevlerin çıktığı gözlendi.
1672'de Japonya-Tokyo'daki depremde gökyüzünde uçmakta olan bazı ışıklı cisimler gözlendi.
1698 yılında Japonya-Tosa'daki deprem sırasında ışık toplarını andıran fenomenler gözlendi.
1704 yılındaki Zürih depreminden önce meteora benzer parlak bir cismin görüldüğü rapor edildi.
1750 yılında İngiltere'deki bir depremde tüm gökyüzünün kan kırmızısı ışık hüzmeleriyle kaplandığı görüldü.
1795 tarihinde İngiltere'deki bir deprem sırasında, Derby şehrinin tam üzerinden geçen bir ışık topu gözlendi, bunun yanı sıra gökyüzünde flaş patlamalarını andırır biçimde garip ışık parlamaları oldu.
1820 yılında Yunanistan'ın Zante Adası'nda, depremden sadece 3 ila 4 dakika önce, deniz yüzeyinde adeta yanmakta olan bir ateş topu gözlendi.
1821'de Fransa-Fiume de Canera yöresinde, tam deprem sırasında bir köyün üzerinden garip bir enerji sütunu (ya da ışıklı uzun bir cisim) geçip gitti.
1830 yılında Japonya-Kyoto depreminden tam bir gece önce gökyüzü sanki sabah olmuş gibi aydınlandı; buna neden olan şey ise yeryüzünden geldiği düşünülen ışıklardı.
1836 tarihinde İtalya'daki bir deprem sırasında, gökyüzünde büyük ışık hüzmeleri gözlendi.
1836'da Macaristan'daki bir deprem sırasında yeryüzünden birtakım tuhaf alevlerin çıktığı görüldü.
1841 yılında Fransa'daki bir deprem sırasında, gökte top şimşeğe benzer bir cisim gözlendi.
1896 tarihinde İngiltere'deki bir deprem sırasında pek çok ışıklı cismin gözlendiğine dair raporlar geldi.
1923 yılında Japonya-Kwanto depremi sırasında gökyüzünde hiç hareket etmeden duran bir ışık topu görüldü.
1932 tarihinde Meksika-Mexico City depremi sırasında gökyüzünde şimşek çakımları gözlendi; ayrıca gökte tuhaf kırmızı aydınlanmalar tespit edildi.
1941 yılında Tayvan'daki depremde gökyüzünde oldukça fazla sayıda ışıklı fenomen gözlendi.
1961 tarihinde California-Santa Rosa'da, deprem sırasında gökyüzünde flaş çakımları ve renkli ışık hüzmeleri görüldü.
1977 yılında Romanya'da, depremin dış merkezi doğu yönünde olmasına karşın, batı tarafındaki ufukta bazı deprem ışıkları gözlendi.
1995 tarihinde Japonya-Kobe depremi sırasında birtakım deprem ışıklarının görüldüğü rapor edildi.
İkinci Bölüme Git
Bana Yazın
Her Hakkı Saklıdır © Copyright 1999, Sefer Murat AKSOY.
Geriye Dön